Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]

Bundan sonra "Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]" ismi ile http://uluslararasisinifmucadelesi.blogspot.de/ sayfasındayız.

26 Mart 2011 Cumartesi

Deri işçileriyle uluslararası dayanışma

Deri işçileriyle uluslararası dayanışma günü olan 26 Mart vesilesi ile Enternasyonalist Dayanışma, Lefkoşa'daki TC elçiliğine giderek pankart açıp bildiri okudu, dayanışmasını bildirdi.


Yaşasın işçi sınıfının enternasyonal birliği!

Biz, bugün burada İstanbul’da süren deri işçileri mücadelesini selamlamak, başta Almanya olmak üzere bir çok ülkede ilan edilen Deri işçileriyle uluslararası dayanışma gününe dayanışmamızı bildirmek için toplandık.

DESA’nın Düzce ve Sefaköy fabrikalarında 2008 yılından bu yana işçilerin sendikalaşmaları karşısında DESA sendika karşıtı tutumunu sürdürmektedir. 2008 yılında başlayan sendikalaşma sonrasında Düzce’deki sendikalı işçiler ve Sefaköy’de Emine Arslan olmak üzere toplam 41 işçi işten atılmıştı. Açılan işe iade davalarında mahkemelerde DESA haksız bulundu ve işçilerin işe iadesine karar verildi. DESA’ya sipariş veren uluslar arası markalara karşı yürütülen kampanya etkili oldu ve kesilen siparişleri sonrasında DESA T.Deri-İş Sendikası’yla 24 Ağustos 2009 yılında bir protokol imzaladı. Ancak DESA protokolün yükümlülüklerini yerine getirmeyerek sendikalaşmak isteyen işçilere yönelik baskılarını sürdürdü.

Son olarak Sefaköy’de 12 işçi 17 Ocak 2011 tarihinde işten atılmıştır. Atılan işçilerden dokuzu sendikayla görüştükleri ve diğer 3 işçi de sadece sendikayla görüşme yapan bir işçinin akrabaları olduğu gerekçesiyle işten atılmışlardır. Devamında Düzce’de 28 Ocak 2011 tarihinde sendikal çalışmalarda öncü olan Hakan Lermi ve Serdar Kuru adlı işçiler işten atılmışlardır. Hakan Lermi ve Serdar Kuru adlı işçiler işlerine geri dönebilmek için T.Deri-İş Sendikası öncülüğünde 28 Ocak’tan bu yana Düzce’deki fabrika önünde direnişlerini sürdürmektedirler.

Dünyanın en pahalı çantaları Prada markası altında DESA’da üretilirken işçiler asgari ücret koşullarında çalıştırılmakta ve ücretlerini belirlemede söz hakları tanınmamaktadır. Prada gibi lüks tüketim ürünleri, hak ihlallerinin yaşandığı DESA’daki işçilerin ellerinden çıkarak dünyanın en pahalı lüks mağazalarını süslemektedir. Örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkına saygı gösterilmediği ücretli kölelik koşullarında anayasal bir hak olan “sendikalı olmak” uğruna, Türkiye işçi sınıfının Casper Bilgisayar’da, Konak Belediyesi’nde ve Omtex’te verilen mücadeleleri selamlarız!

Casper Bilgisayar Firmasında işçilerin DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasına üye olmalarının arkasından işten çıkartılmaları üzerine başlayan direnişe bir aya aşkın süredir devam etmektedir.

70 yıllık kazanımları Torba Yasa’yla elinden alınana Metal İşçileri ise, Birleşik Metal İş Sendikası öncülüğünde büyük bir mücadeleye başlamıştırlar. 15.000’in üzerinde işçiyi etkileyecek bu mücadelede metal işçilerinin temel talebi; güvenli iş, güvenceli gelecek ve insanca yaşamaya yetecek ücrettir. UPS’te olsun Tekel’de olsun DESA’da olsun talep de kavga da hep aynıdır! Sendikalı, güvenli-güvenceli bir iş!

Türkiye’de 4/c ve Torba Yasalarının izdüşümü Kıbrıs’ta da Göç Yasası’dır. Neoliberal sınıf taaruzu hem Türkiye’de hem de onun sömürgesi olan Kuzey Kıbrıs’ta ayni çizgide sürmektedir. Bu yüzdendir ki mücadele sınır tanımaz, dayanışma zorunludur. Mücadelelerimizden öğrenecek çok şeyimiz, enternasyonalist dayanışmamızla paylaşacak çok zaferimiz vardır.

Yaşasın işçi sınıfının enternasyonal birliği!


Enternasyonalist Dayanışma

22 Mart 2011 Salı

KKTC'de Libya protestosu: AB ve NATO Libya'dan elini çek!

KKTC'de bazı sivil toplum örgütleri ile siyasi partilerin temsilcileri, Libya'ya düzenlenen hava saldırısını protesto etti.

Enternasyonalist Dayanışma, Kıbrıs Sosyalist Partisi, Yeni Kıbrıs Partisi, YKP Fem, Baraka ve Yasemin Hareketi, "AB ve Nato Elini Libya’dan Çek" sloganıyla eylem düzenledi. İngiltere Yüksek Komiserliği önünde toplanan eylemciler, slogan attı, bildiri okudu ve sonunda da ABD Başkanı Obama ve AB ülke başkanlarının fotoğraflarını yakarak, yumurta attı.

Bildiride, Libya’ya saldıran koalisyonun bir parçası olan, Libya’ya bomba atan AB ülkelerinin ’Kıbrıs’a özgürlük’ vaat edemeyeceği belirtildi. ABD Savuna Bakanının amaçlarını ’Libya’yı bölmek, yani Kıbrıslılaştırmak’ olarak açıkladığı savunulan bildiride, Libya’daki savaşın, Cezayir ve Tunus’la başlayan ve Mısır’a da yayılan, Yemen ve Ürdün’de de kitleleri sokağa döken, Bahreyn’de işi askeri işgale kadar vardırmalarına sebep olan Arap devrimini bastırmak için girişilen emperyalist bir girişim olduğu kaydedildi. Arap halklarının devrimci mücadelesinin yanında olduklarını belirten eylemciler, Kıbrıs’taki üslerin bu savaşta kullanılmaması için mücadele edeceklerini vurguladı. (DHA)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1043802&CategoryID=81

A reply to those who preferred to not hear the message of 28th of July and 2nd of March!

Cypriot toilers expressed their demands twice in the Inonu square. While The Turkish government, which insulted Cypriots after the first rally, prefers to remain silent, the UBP government in de facto colony is ignoring the recent demonstration, as if they have nothing to do with the current situation. It is our duty to
Daily strikes have been successfully carried out until now. History is being written in Cyprus. Nonetheless, daily strikes cannot have the masses’ demands accepted. We must either advance or fail the cause.
The Collective of the Trade Unions’ betrayed the progress made by the masses by retreating back to indifference. In the current situation, we must enforce our demands by our unscrambling support.
We request a general strike initiated as soon as possible as it is the only way of enforcing the masses’ demands.
Forward! Begin the General Strike for the masses’!


Independent high school youth
İnternationalist Solidarity
Revolutionary İnternationalist Organisation
Jasmin Movement
Telecommunication Union (TEL-SEN)

Libya ile Dayanışma ve Eylem Bildirisi

Libya’ya yapılan askeri saldırı Kıbrıslı Türk örgütlerin ortak katılımıyla bugün (Salı) protesto edilecek. Kuğulu Park’ta toplanarak İngiliz Elçiliği’ne yürünecek. Eylem için çağrı metni şöyledir:

AB ve NATO elini Libya’dan çek!

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıslılara dayatarak kendi kendini Garantör ilan eden Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, sömürgecilikten gelen konumlarını uluslararası hukukla sözde ebedileştirmişlerdir. Tam aksine uluslararası hukuk ile altına girdikleri sorumlulukları kötüye kullanarak Kıbrıs’ı Üsleştiren Garnizonlaştırıp bölen onlar oldu. Bunu ise toprak bütünlüğünü garanti etmek adı altında yaptılar ve yapıyorlar. Bizlere de “egemen” üslere ve askeri bölgelere uzaktan bakmak kalıyor. İngiliz üslerinin savaşlarda kullanılması karşısında bile söz hakkı yok Kıbrıslıların, çünkü onlar “egemen” üsler! Kısacası “kırmızı çizgilerimiz” ve “ulusal çıkarlarımız” olarak iddia edilen Garantörlük sistemi başlı başına deli gömleğimiz oldu!
İngiliz üslerinin nasıl kurulduğunu hatırlamak bugün için daha da anlamlıdır, çünkü Üsler Kıbrıs’a Süveş Kanalı Savaşı’ndan dolayı konuşlanmıştı. Yine bugün üsler bir Kuzey Afrika ülkesi olan Libya’nın işgali için kullanıma açılmaktadır. Ki daha önce Irak işgalinde ayni işlevi gördü pek muteber egemen üsler! Kısacası Kıbrıs’a biçilen gömlek “batmayan uçak gemisi” olma durumudur. Bu gömleği yırtmak da bizim elimizde, Libya’ya saldıran koalisyonun bir parçası olan AB ülkelerinden özgürlük beklemek de bizim tercihimizde. Libya’ya bomba atanlar Kıbrıs’a özgürlük vaat edemezler! Kaldı ki ABD Savunma Bakanı amaçlarını itiraf etmiştir: Libya’yı bölmek, yani Kıbrıslaştırmak!
Libya’daki savaş, Cezayir ve Tunus ile başlayan ve Mısır’a da yayılan, Yemen ve Ürdün de de kitleleri sokağa döken, Bahreyn’de işi askeri işgale kadar vardırmalarına sebep olan Arap devrimini bastırmak amacıyla girişilen emperyalist bir girişimdir. Bahreyn’deki Suudi işgali ile başlayan ve Libya ile devam eden bir sürekli savaş dönemine girilmiş bulunmakta. Bahreyn’de kitlelere karşı Kralın çağrısı üzerine yapılan işgal “insani müdahale” olarak adlandırılırken, Libya’da Gaddafi’ye karşı kitleler için yapılıyormuş yanılgısı estirilmeye çalışılıyor ama artık ana medyanın şarlatan yorumcuları dahi ihtimal vermiyor “insani müdahalelere”. Nice Irak, Afganistan ve Yugoslavya insanları heba edildikten sonra alındı bu dersler! Ama anlamak yetmiyor durdurmak için.
Biz burada ne Gaddafi zulmünü ne de emperyalist saldırganlığı savunuyoruz. Biz burada Arap halklarının devrimci mücadelesinin yanındayız. Emperyalistler arası çelişkiler, hegomonya mücadeleleri ve güç ilişkileri bugün Libya’da olanları açıklamak için yeterli olabilir. Bir yanı iç savaş bir yanı emperyalist işgal olan bu durum hatırlatmalıdır ki, önümüzdeki dönemde Kıbrıs’ta mücadele içinde yer alan insanlara daha fazla sorumluluk yüklenmektedir. Bizim “batmayan uçak gemisi” yaftası ile sürümcemeye alınan hayatlarımız anlamakla birlikte değiştirmek için vardır. Anlıyoruz ve değiştireceğiz! Buradaki Üslerin bu savaşta kullanılmaması için mücadele edeceğiz! AB Devletlerinin de içerisinde olduğu Koalisyon güçlerinden bir demokrasi beklentimiz yok!
AB ve NATO elini Libya’dan çek!
Yaşasın Ortadoğu Sosyalist Federasyonu!

Enternasyonalist Dayanışma
Yeni Kıbrıs Partisi
YKP Fem
Baraka
Yasemin Hareketi

20 Mart 2011 Pazar

28 Ocak ve 2 Mart'ta sesimizi duymayanlara cevap!

“Kıbrıs’ta emekçiler İnönü Meydanı’nda iki sefer taleplerini yükselttiler, ilk seferinde Kıbrıslılara hakaret eden, besleme diyen TC Devleti, 2 Mart'dan sonra sus pusları oynarken, UBP ise sanki mitingler kendileriyle alakalı değilmiş gibi davranmaktadır. Kıbrıslıların iradesini hiçe sayanların aymazlığına tepkimizi yükselterek cevap vermek gereklidir.

Tek günlük grevler, şimdiye kadar başarıyla uygulanmıştır. Kıbrıs'ta tarihi günler yaşanmaktadır. Artık ama tek günlük genel grevler ile, kitlelerin talepleri gerçekleşme ihtimali kalmamıştır. Ya adımlarımızı ileri atacağız ya da hedeflerimizden sapmak zorunda bırakılacağız.
Sendikal Platform bundan sonraki süreci muğlaklık içinde bırakarak bekleme sürecine geçmiştir. Tam tersine bu süreçte taleplerimizin daha yüksek sesle dile getirilmesi gerekmektedir.
Bizler, kitlelerin kendi taleplerini gerçektirebilmesi için tek yol olan süresiz genel grevin en kısa zamanda Mart'dan itibaren hayata geçirilmesini Sendikal Platform’dan istiyoruz.
Kitlelerin talepleri icin, SÜRESİZ GENEL GREV için ileri!

Şimdiye kadarki imzacılar:

Telekomünikasyon Sendikası (Tel-Sen)
Enternasyonalist Dayanışma
Bağımsız Liseli Gençlik
Yasemin Hareketi
Devrimci Enternasyonalist Örgüt “

16 Mart 2011 Çarşamba

Türkiye Kıbrıs’ta neyi garanti ediyor?

Türkiye kendi stratejik çıkarlarını korumak ve Kıbrıs’ın kuzeyini sömürgeleştirmek için adaya çıkmıştır. Bu gerçek yakın zamanda bizzat Başbakan Erdoğan tarafından da itiraf edilmiştir. Erdoğan Kıbrıs’ta stratejik çıkarları olduğunu, Yunanistan’ın adada ne işi varsa Türkiye’nin de aynı sebeple orada olduğunu açıklamıştır.

1878 yılında Osmanlı Devleti tarafından İngiltere’ye kiralanan Kıbrıs adası Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1923 yılında resmen İngiliz sömürgesi haline gelmiştir. 1960 yılında dünya çapındaki anti-sömürgeci halk hareketlerinin de etkisiyle İngiltere’nin sömürgeciliği Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir anlaşmayla son bulmuş ve iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken bu üç ülke arasında bir garantörlük anlaşması imzalanmıştır. Türkiye 1974’teki Kıbrıs işgalini hukuken bu anlaşmaya dayandırmaktadır.

Resmi görüşe göre Kıbrıs’ta Yunanistan’la birleşme (Enosis) yanlısı cuntanın darbeyle başa gelmesi ve Türklere karşı katliamlara girişmesine karşı Türkiye, Kıbrıslı Türkleri kurtarmak ve barışı sağlamak için adaya çıkmıştır. Oysa 1974 Kıbrıs Savaşı’ndan 37 yıl sonra “kurtarılan” Kıbrıslı Türkler, “Ankara elini yakamızdan çek!” diyerek alanları doldurmaktadır. Bunun sebebi Ankara’nın yalan söylemesidir. Türkiye kendi stratejik çıkarlarını korumak ve Kıbrıs’ın kuzeyini sömürgeleştirmek için adaya çıkmıştır. Bu gerçek yakın zamanda bizzat Başbakan Erdoğan tarafından da itiraf edilmiştir. Erdoğan Kıbrıs’ta stratejik çıkarları olduğunu, Yunanistan’ın adada ne işi varsa Türkiye’nin de aynı sebeple orada olduğunu açıklamıştır.

1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ise sömürgeciliğin garanti altına alınmasında ileri bir adım olmuş Türkiye’nin himayesi altında bir devletçik kurulmuştur. Bugün KKTC’nin ne bağımsız bir askeri gücü ne bağımsız bir maliyesi ne de bağımsız bir dış politikası vardır. Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı adı altında örgütlenmiş silahlı kuvvetlerin komuta kademesi doğrudan TSK’ya bağlıdır. Devletin maliyesi T.C. Yardım Heyeti aracılığıyla tamamen Türkiye’ye bağımlı kılınmıştır. 1974’ten bu yana Kıbrıs ekonomisi bir kumarhane ve kıyı ötesi bankacılık cennetine dönüştürülmüş, narenciye bahçeleriyle ünlü Kıbrıs tarımı çökertilmiş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inin ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durma koşulları bilinçli olarak baltalanmıştır.

Kıbrıs ve emperyalizm

Kıbrıs sorunu ne sadece adadaki Rumlar ve Türkler arasındaki bir sorundur ne de Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir çelişkiden ibarettir. İngiliz emperyalizmi dünya çapındaki sömürgelerini bir bir kaybederken Kıbrıs’ı da kaybetmiş ancak bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken adadaki askeri üslerini güvence altına almıştır. Akrotiri ve Dikelya isimli iki emperyalist askeri üs adanın kaderi üzerindeki ipotek senetleri gibidir. Stratejik Ortadoğu coğrafyasında batmaz bir uçak gemisi olarak nitelenen Kıbrıs adasındaki bu askeri üsler daha önce Irak’ın bombalanmasında İngiliz uçaklarının üssü olmuştu. Bu üsler sadece bölge halklarına karşı bir tehdit değil adanın kendisinde gelişecek anti-emperyalist bir mücadelenin karşısına dikilmiş birer büyük duvardır.

Bugün Avrupa Birliği Güney Kıbrıs’ı tüm adanın temsilcisi olarak yani Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla üyeliğe kabul etmiştir. İngiliz emperyalizminin askeri gücü, Avrupa emperyalizminin ekonomik gücüyle birleşerek adayı kıskıvrak yakalamıştır. Kıbrıs halkı Rumu ve Türküyle geleceğini Avrupa’da görmektedir. Ancak Avrupa’nın bağrında yeşeren sınıf mücadeleleri AB emperyalizminin Kıbrıs emekçilerinin zihnindeki afyon etkisini dağıtabilir. Yüzyıllardır büyük devletlerin çekişme sahası olan adanın kadim halklarının emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı başkaldıracağı günler hiç de uzak değildir. Kıbrıs halkı gerçekten başını kaldırdığında, diğer emekçi halklarla birlikte ilk iş olarak bu emperyalist üsleri ve yabancı askerleri ülkelerinden kovacaktır. O zaman Kıbrıs halkı bir uçak gemisinde değil kadim vatanlarında kardeşçe ve birlik içinde yaşamanın mutluluğuna erişecektir.

DİP programından…

“Devrimci İşçi Partisi, Kıbrıs sorununu çözecek gücün Kıbrıs’ın Rum ve Türk emekçileri olduğu temel noktasından hareketle, Kıbrıs’ta iki halktan emekçileri kucaklayacak tek bir devrimci partinin kurulması mücadelesini destekler. DİP, Türk askerleri dâhil olmak üzere tüm yabancı askerlerin adadan çekilmesini, emperyalist üsler Akrotiri ve Dikelya’nın kapatılmasını, Kıbrıs’ın kaderinin Kıbrıs halkı tarafından herhangi bir dış müdahale olmaksızın belirlenmesini savunur.”


http://gercekgazetesi.net/index.php/makaleler/uluslararasi/item/474-t%C3%BCrkiye-k%C4%B1br%C4%B1s%E2%80%99ta-neyi-garanti-ediyor

11 Mart 2011 Cuma

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü aynı 1 Mayıs gibi işçi ve emekçilerin sömürüye ve baskıya karşı çıkışının ve mücadele kararlılığının simgesidir. İşçi sınıfının kendisine dayatılan çalışma koşullarına boyun eğmediğinin göstergesi, örgütlenmenin özgürlük, örgütlenmenin güç olduğunun ilanıdır.

Günümüzden tam 154 yıl önce bir 8 Mart günü Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrindeki dokuma fabrikalarındaki 40 bin kadın işçi kendilerine dayatılan ağır çalışma şartlarına karşı yeter dediler, birleştiler, greve gittiler. 16 saat çalışmaya, düşük ücrete, ağır çalışma koşullarına karşı çıktılar. 10 saatlik işgünü, daha iyi ücretler, kadınlara oy hakkı ve çocuk emeğinin korunması için önlemlerin alınmasını talep ettiler. Zenginliğini işçilerin alınterlerinin sömürüsünden elde edenler bu greve tahammül edemediler. Kolluk kuvvetleri işçilere ateş açtı, kadın işçilerin bir kısmı fabrikalara kilitlendi ve fabrikada çıkan yangında 129 kadın işçi can verdi.

Kanla, canla, emekle yoğrulan bu büyük mücadeledir ki günümüze kadar dünyanın her yerindeki işçileri etkilemiştir. Bu mücadelelerdir ki sahip olduğumuz hakların elde edilmesini sağlamıştır. Bu mücadeleler sayesinde yok sayılan kadın işçilerin sesini tüm dünya duymuş, kadın işçiler “vardık, varız, var olacağız” sloganını dünyanın her yerinde dillendirmiştir.

1910 yılında toplanan 2. Enternasyonal Sosyalist Kadın Konferansı’nda Alman işçi önderi Klara Zetkin’in önerisiyle Amerikalı dokuma işçilerinin mücadelesinin anılması için 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edilmiş, 16 Mart 1977’de ise Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. 8 Mart dünyanın her yerinde işçi-emekçi kadınlar tarafından bir eylem ve mücadele günü olarak kutlanmakta ve kadınların, kadın işçilerin sorun ve taleplerini haykırdıkları, “örgütlüysek güçlüyüz-özgürüz” mesajını verdikleri, baskıya ve sömürüye karşı baş kaldırdıkları bir gün olmuştur.

Kadınlar bugün de iki kez baskı altındadır, iki kez ezilmektedir. İşyerlerinde çalışan kadınlara yönelik ayrımcılık özellikle sendikasız işyerlerinde üst boyuttadır. Kadın işçilere daha az ücret verilmekte, işyerinde psikolojik ve fiziksel taciz ve baskılar yaygınlık kazanmaktadır. Kadına yönelik şiddet artmaktadır. Güldünya, Pippa Bacca ve en son 5 Mart günü Çorlu’da öldürülen Ünzile Çalışkan kadın cinayetlerine örnektir. Türkiye’de günde 5 kadın öldürülmektedir. Aile içi şiddet ülkemizde ne yazık ki oldukça yaygındır. Unutmayalım ki bunlar aile içi meseleler değildir, suçtur. Kadınlar işyerlerinde, sokakta, evde şiddete ve tacize karşı birleşmelidir.

Kadın işçiler ancak örgütlü olurlarsa güç olabilirler, her türlü baskı ve ayrımcılığa karşı durabilirler. Kadın işçiler örgütlü olursa bilinçli olabilir, haklarını savunabilir. Kadın işçiler ancak örgütlü olursa işyerinde ayrımcılığa karşı çıkabilir, emeğinin karşılığını talep edebilir. Kadın işçiler ancak örgütlü ve bilinçli olursa kendisine yönelik her türlü şiddete karşı durabilir. Kadınlar ancak örgütlü olursa toplumda ikinci sınıf vatandaş olmayı reddedebilir.

Bizler 8 Mart’ın tatil ilan edilmesi için, kadın işçiler için eşit işe eşit ücret verilmesi için, kız ve erkek çocuklara eşit fırsat ve imkanların sunulması için, kreş hakkı için ve daha iyi çalışma koşulları için örgütlü mücadeleyi yükseltmeli, sömürüye ve baskıya karşı çıkmalıyız.

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Sınıfsal, Ulusal, Cinsel Sömürüye Son!
Birlik-Mücadele-Zafer!

DERİ-İŞ SENDİKASI YÖNETİM KURULU

10 Mart 2011 Perşembe

NATO Kürdistan‘dan ve Kıbrıs‘tan defol!

Ankara’da Okuyan Kıbrıslı Öğrenciler İnsiyatifi

"Değerli basın emekçileri,

Sözlerime, bugün Kıbrıs’taki İnönü Meydanı’nı dolduran on binlerce insanı selamlayarak ve İkinci Toplumsal Varoluş Mitingi'ne olan desteğimizi belirterek başlamak istiyorum.

Bildiğiniz gibi Türkiye’deki hükümetin, belli medya çevrelerinin ve bazı vatandaşların, Kıbrıslılar için sürekli sordukları bir soru var : ‘’Hem paramızı alıyorlar, hem de isyan ediyorlar, madem sizi besliyoruz, niye isyan ediyorsunuz ?’’

Gerçekten de öyle, madem Kıbrıs halkı Türkiye'den besleniyor, Türkiye sayesinde ekonomisi ayakta durabiliyor, öyleyse bu halk neden isyan ediyor?

Cevap çok açık : Çünkü besleme değil, sömürgeyiz! KKTC’nin gerek ekonomik, gerek siyasi, gerek kültürel, gerek sosyal olarak beslenmediği, tam aksine sömürüldüğü gerçeği Türkiye hükümetlerinin yüzüne vuruldukça, Türkiye hükümetleri de her sömürgeci hükümet gibi öfkeden küplere biniyor. Bugün başta Tayyip Erdoğan olmak üzere en ağır hakaretlerin AKP hükümetinden gelmesi ise, hem Kıbrıs’ta bardağın taşmakta olmasından, hem de AKP’nin hoşgörüsüz ve anti-demokratik bir hükümet olmasından kaynklanıyor.

Biz de, AKP öfkelendikçe ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, KKTC karşısındaki sömürgeci tavrını sürdürdükçe, daha kararlı ve daha kalabalık bir şekilde, haykırışımızı yükselteceğiz : Besleme değil sömürgeyiz !

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü Türkiye KKTC’ye 860 milyon lira gönderiyor. KKTC ise tanınmayan bir ülke olduğundan ve Türkiye ekonomisine bağımlı olduğundan dolayı neredeyse tüm ithalatını Türkiye’den yapıyor. Bu yüzden, KKTC’nin son yıllarda Türkiye’den yaptığı toplam ithalat ortalama 1.5 milyar dolardır. Yani Türkiye’nin KKTC’ye gönderdiği para bir cebinden çıkıp diğer cebine giriyor, üstüne üstlük verdiğinin iki katını geri alıyor. Eski Türkiye Dış İşleri Bakanı Şükrü Sina Gürel’in ‘’Kıbrıs’a 1 koyup 3 alıyoruz’’ sözü hala kulaklarımızda çınlıyor.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü normal şartlarda Türkiye ekonomisinin yükünü çekmesi gereken yüzbinlerce kişi, sistematik ve bilinçli bir şekilde KKTC’ye nüfus aktarımı sonucunda, KKTC ekonomisinin sırtına binmiş durumda. Eğitim ve sağlık gibi KKTC devletinin iki temel harcama noktasına baktığımızda, eğitim ve sağlıkta yapılan harcamaların yüzde 50’sinden fazlasının, Türkiye’den sistematik olarak taşınan nüfusa harcandığını ve bunun küçük KKTC ekonomisi için çok büyük bir yük olduğunu görüyoruz.

Bizler taşınan nüfusa sitem ettiğimizde, Türkiye hükümetleri hemen bizleri ırkçılık yapmakla ve Türkiyeli insanları istememekle suçluyorlar. Halbuki Türkiye’den Kıbrıs’a taşınan nüfusun önemli bir kesimini, ucuz işgücü için Türkiye’den getirilen ve kaçak olarak çalıştırılan işçiler ve onların aileleri oluşturuyor. Kıbrıs’ta acımasızca sömürülen Türkiye kökenli işçiler, çok kötü yaşam koşullarında yaşamak ve ağır bedeller karşılığında çalışmak zorunda kalıyorlar. Hem Kıbrıslı Türk sermayesi hem de Kıbrıs’ta yatırım yapan Türkiye sermayesi, bir yandan Türkiye’den gelen kaçak işçileri sömürüyorlar, diğer yandan bu sömürüye ses çıkaran kesimleri ırkçılıkla suçlayıp, kendi sömürülerinin üstünü örtüyorlar. Bilinmesi gereken şey, sorunun etnik değil, sorunun emek-sermaye çatışmasından doğan bir sorun olduğudur. Bilinmesi gereken şey, sermayenin sevdiği şeyin Türkiye’den taşınan nüfus değil, bu nüfusun sömürülmesinin daha kolay olduğudur. Bilinmesi gereken şey, Türkiye’de Torba Yasa’yı geçiren, Tekel işçilerine saldıran zihniyet ile, Kıbrıs’ta Göç Yasası’nı dayatan, Kıbrıslı Türkleri sömüren zihniyetin aynı olduğudur. Bu zihniyet, etnik köken ayırmaksızın saldırmaktadır, o yüzden mücadelemiz, etnik odaklı değil, emek odaklıdır. Yarım asır önce İngiltere’nin ve egemen sınıfların ‘’böl ve yönet’’ politikalarına maruz kalan ve bunun acısını bugün bile hisseden Kıbrıs’taki halklar, bu kez Türkiye’nin ve yine egemen sınıfların, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan halkları birbirine düşürme oyununa gelmeyeceklerdir. Bugün Ankara’da, Türkiyeli ve Kıbrıslı insanların bir arada olması, bu bilincin en güzel örneğidir. Dayanışma, halkların zarafetidir.

Besleme değil, sömürgeyiz;

çünkü bunu biz değil, Türkiyeli yetkililer kendileri söylüyorlar. Tayyip Erdoğan Kıbrıs için ‘’stratejik olarak ilgiliyim’’ diyerek sömürgeci tavrını ortaya koymuştu zaten. Öte yandan, Türkiye’nin dış politikasını temsil eden Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, meşhur kitabı Stratejik Derinlik’in 179. sayfasında şöyle diyor : ‘’Kıbrıs meselesinin ikinci önemli ekseni ise bu adanın coğrafi konumunun jeostratejik açıdan taşıdığı önemdir. Bu eksen oradaki insan unsurundan bağımsız olarak, bizatihi hayati önemi haizdir. Orada tek bir Müslüman Türk olmamış olsa bile Türkiye’nin bir Kıbrıs meselesi olmak zorundadır. (…)Türkiye de Kıbrıs ile insani unsur dışında stratejik olarak da ilgilenmek zorundadır.”

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü ‘’Kıbrıs Türkü’nü cezalandırmak lazım’’ diyen Halil İbrahim Akça, Türkiye’nin KKTC Büyükelçisi olarak atanıyor. Atanan elçi değil, Türkiye’nin KKTC valisidir, bunu herkes biliyor.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü KKTC’nin Merkez Bankası’nın müdürü bile Türkiye’den atanmaktadır; öte yandan KKTC polisi ve itfaiyesi KKTC’deki sivil yönetime değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlıdır.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü KKTC, Türkiye’nin arka bahçesi olarak kullanılmakta, ve Türkiye’de gerçekleştirilmesinin önünde yasal engeller olan kirli işler, zaten tanınmayan ve kimsenin de hesap sormadığı KKTC’de rahatça gerçekleştirilmektedir. KKTC, kumarhane, genelev, uyuşturucu ve kara para aklama mekânı haline getirilmiştir. Türkiye’nin kirli işlerini gördüğü bir yerdir KKTC.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü bizim isyanımız sadece bizi beslediğini iddia eden Türkiye’ye değil, isyanımız Kıbrıs ile stratejik olarak ilgisi bulunan Yunanistan’a da, İngiltere’ye de ve diğer tüm emperyalist devletleredir.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü kendi ayaklarımız üzerinde durup kendi kendimize yetme çabamızın, Turgut Özal zamanında beri nasıl engellenmeye çalışıldığını, Kıbrıslı Türklerin nasıl üretimden koparıldığı ve memuriyete mahkum edildiğini ve bugün AKP’nin neoliberal paketi olan ‘’Göç Yasası’’ ile bu sürecin nasıl had safhaya ulaştığını çok iyi biliyoruz.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü KKTC’yi Türkiye’nin bile tanımadığını; Türkiye’nin, KKTC’nin ihracat yapmasını engellemek ve böylece üretimden kopmasını sağlamak için Mersin Limanı’nı Kıbrıslı Türklere kapadığını, Türkiye’deki futbol takımlarının KKTC’deki futbol takımları ile dostluk maçı bile yapamadığını çok iyi biliyoruz.

Besleme değil sömürgeyiz;

çünkü 28 Ocak’taki 1. Toplumsal Varoluş Mitingi’nden sonra, Tayyip Erdoğan’ın, bağımsız olduğunu iddia ettiğin KKTC’nin cumhurbaşkanına, Türkiye’nin herhangi bir ilinin savcısı gibi davranarak, eylemcileri yargıya sevk etmesi emrini nasıl verdiğini çok iyi biliyoruz.

AKP, kullandığı öfke retoriği, dayatmacı ve baskıcı yöntem ile, Türkiye’deki birçok kesimi kontrolü altına almaya alıştığı için, aynısını Kıbrıslı Türklere ve Kıbrıs’ta yaşayan tüm halklara da yapabileceğini zannededursun, bizler, AKP öfkelendikçe meydanlarda daha da çoğalıp, AKP dayattıkça daha güçlü direneceğimizi beyan ederiz. Bunun yanında, ısrarla vurgulamak isteriz ki, KKTC’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından bir sömürge olarak görülmesi ve bir sömürge olarak kullanılması, AKP ile başlayan bir durum değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikasıdır. AKP sadece bu politikasının bugünkü temsilcidir ve asıl mücadelemiz, Türkiye’nin bu genel sömürgeci politikasına karşıdır. Bunun yanında bizler, verilen mücadelenin etnik olmadığını, bugün bizimle dayanışma gösteren Türkiyeli yoldaşlarımızı örnek gösterip beyan ederiz ve bu vesileyle bize destek veren Türkiyeli dostlarımıza teşekkürlerimizi iletir, bizlerle gösterdikleri dayanışmanın asla karşılıksız kalmayacağını ve onların mücadelesinde bizlerin de yer alacağını belirtmek isteriz. Bizler, Ankara’da okuyan Kıbrıslı Öğrenciler İnisiyatifi olarak, bugün İnönü Meydanı’nda Kıbrıslı Türklerin gösterdiği direnişi bir kez daha selamlar, vesayet altında yaşamaya, emeğin sömürülmesine, aşağılanmaya, adaletsiz ve eşit olmayan ilişkilere, Göç Yasası’na, neoliberalizme her zaman hayır diyeceğimizi beyan ederiz. 28 Ocak’ta Kıbrıs’ta yapılan ilk Toplumsal Varoluş Mitingi’nden gerekli mesajı alamayan Ankara’ya, bu mesajı bugün Ankara’da, kulaklarının dibinde haykırarak, bir kez daha ‘’Bağımsız Kıbrıs!’’ diyoruz!

Ankara’da Okuyan Kıbrıslı Öğrenciler İnisiyatifi

Sürekli Devrim Hareketi'nden Kıbrıs Açıklaması

Ankara Kıbrıs'tan Elini Çek!

Sosyalizm İçin Savaşalım!

Kıbrıs'ın tarihi, emperyalist kapitalist sistem ve onların şovenist temsilcilerinin halkları birbirine nasıl düşürdüğünün acılı örnekleri ile dolu. Diğer taraftan aradan onlarca yıl geçmesine rağmen emperyalist sistemin Kıbrıs'taki çözümsüzlüğü devam ediyor.

Kuzey Kıbrıs işgal edileli beri gün yüzü görmedi. Türkiye'deki hakim sınıflar, kendilerinin de kışkırtıcısı olduğu etnik çatışmayı, yaşanan büyük acıları bir sopa gibi kullanarak, Rumlara karşı düşmanlığı sürekli kışkırtarak Kıbrıs'ın kuzeyini adeta bir sömürgeye dönüştürdü. Yunanistan ve Rum tarafındaki egemenlerin milliyetçi-şoven tutumları da uzun yıllar boyunca Rauf Denktaş ile Türkiye devletinin statükocu pozisyonlarını güçlendirdi.

Kıbrıs emekçileri toplumsal muhalefeti güçlendirip Rauf Denktaş'ı devirdiğinde iktidara gelen Mehmet Ali Talat da Kıbrıslılar'da derin hayal kırıklığı yaratarak Türkiye dış politikasının bir aracına dönüştü. Sözde Kıbrıs'ta statüko karşıtı olan AKP gösterdi ki yeni statüko kendisidir.

Kuzey Kıbrıs'ta şimdilerde yeniden bir canlanış var. Türkiye'nin dayattığı neoliberal yıkım paketlerine karşı Kıbrıs emekçileri grevlerle gösterilerle barikat örmektedir. Başbakan Tayyip Erdoğan'ı çileden çıkaran da emekçilerin bu direnişidir. O yüzden de ağzından köpükler saçarak "beslemeler" türünden kokuşmuş iftiralara girişiyor. Sanki "yardımları" karşılıksızmış gibi. Sonra da kalkıp adanın kaderi birkaç yüz bin kişinin isteklerine bırakılamaz diyor. Biz de diyoruz ki Kıbrıs Kıbrıslılarındır. Kıbrıs'ın kaderini Kıbrıslılar belirlemelidir.

Erdoğan diyor ki "Yunanistan'ın ne işi varsa biz de onun için oradayız." Biz de diyoruz ki Yunanistan da siz de İngiltere de diğer yabancı emperyalistler de Kıbrıs'tan defolun gidin. Faşist çetelerinizi, yıkım paketlerinizi, mafyanızı, işgalci güçlerinizi alın ve gidin.

Kuzey Kıbrıslı emekçilerin 28 Ocak'taki 50 bin kişilik coşkulu mitingde dile getirdikleri kendi kaderini tayin arzusudur: "Ankara ne paranı, ne paketini ne de memurunu istemiyoruz!" Biz Türkiyeli devrimci Marksistler kuzey Kıbrıslı emekçilerle omuz omuza dayanışma içinde olduğumuzu bildiririz.

Diğer taraftan Kıbrıs emekçileri ve gençlerine bildirmeyi görev biliriz ki kapitalist sistem sınırları içerisinde Kıbrıslı emekçiler gerçek bir çözüm elde edemeyecektir. Halklar arasındaki kardeşleşme, sınırların kalkması ve birarada yaşam için en büyük engel kapitalist-emperyalist düzendir. Doğu Akdeniz'de stratejik bir yerde konumlanan Kıbrıs'ın kontrolü için ne Türkiye ve Yunanistan egemenleri ne de ABD-İngiltere yönetimleri mücadele etmeyi bırakacaktır.

Kıbrıs emekçileri bir yandan Türkiye egemenlerine karşı savaşırken diğer yandan da işçi sınıfının bölgesel birliği için çaba harcamalı, kapitalist sömürü düzenini yıkmayı hedeflemelidir. İşçi sınıfının bölgesel birliği ilk önce Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerinin daha sonra da Türkiyeli ve Yunan emekçilerin birliği anlamına gelir.

Unutulmamalıdır ki neoliberal saldırılara karşı sadece Ortadoğu emekçileri değil başta Yunanistan olmak üzere Avrupa çapında emekçiler ayaktadır. Dünya kapitalizmi krizdedir, Ortadoğu emekçileri isyanlarla dünyayı sallamaktadır. Kıbrıslı emekçi dostlarımız da yerel bir kurtuluş olmadığını bilmeli ve bu bağlamda birleşik sosyalist bir Kıbrıs mücadelesini verirken bunun da ancak sosyalist bir Avrupa ve Ortadoğu kavgasıyla gerçekleşebileceğini akıldan çıkarmamalıdırlar.

Sürekli Devrim Hareketi (SDH), küresel kapitalizme karşı işçilerin ve gençliğin devrimci birliğini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Kıbrıslı emekçi dostlarımızı kalıcı barış, refah ve özgürlük için sosyalist eşitlik kavgasına omuz vermeye çağırıyoruz.

Adadaki Tüm İşgal Güçleri Geri Çekilsin!

Kıbrıs Kıbrıslılarındır!

Yaşasın Birleşik Sosyalist Kıbrıs Cumhuriyeti!

Yaşasın Sosyalist Dünya Devrimi!


(04.03.11)

DİP: Ayşe eve dön! Eleni sen de!

Ne tatilmiş! Şimdiden otuz yedinci yılını sürüyor, kırktan evvel bitmesi ihtimali bile görünmüyor ufukta. Kırk yıllık tatil!

Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a yaptığı askeri çıkartmanın kod adı “Ayşe tatile çıkıyor” idi. O dönemin dışişleri bakanı olan Turan Güneş’in kızının adıydı Ayşe. Ayşe o zamanlar 20 yaşındaymış. O 60 yaşına yaklaşıyor, çıktığı tatil devam ediyor!

Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs üzerindeki hakimiyeti, orada bulundurduğu on binlerce asker sayesinde kurulmuyor sadece. KKTC olarak anılan ve 28 yıllık tarihinde Türkiye’den başka pek az devletin tanımış olduğu devletin silahlı kuvvetleri de Türkiye’nin kontrolünde, polisi de. Ekonomisi de Türkiye’nin kontrolünde, parası da. Türkiye Cumhuriyeti’nin Lefkoşe’deki büyükelçisi, tam anlamıyla bir sömürge valisi gibi ilişki kuruyor bu devletle. KKTC denen devletin bağımsızlığı bütünüyle formel. Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin gerçek anlamında bir sömürgesi!

Öyle ki, kelimenin Batı dillerindeki karşılığı olan koloninin, her sömürgede görülmeyen bir özelliği de ortaya çıkıyor Kuzey Kıbrıs’ta. Türkiye, Kuzey Kıbrıs’a “kolon”lar yerleştiriyor sürekli. Yani metropoldeki ekonomik zorluklar içindeki bir bölüm nüfus sömürgeye yerleşmeye yollanıyor. Böylece, hem Türkiye devletine göbekten bağımlı bir nüfusun seçimlerde dengeleri Türkiye yanlısı partiler yönünde etkilemesi sağlanıyor, hem de Kuzey Kıbrıs, ada halkının artan oranda yurtdışına göçmesiyle birlikte, pratikte Türkiye’nin bir yeni ili haline getiriliyor.

Bugün Kuzey Kıbrıs halkı bu ilişkinin gerçek karakterini, ağzından çıkanı kulağı duymayan Tayyip Erdoğan sayesinde neredeyse kavramış durumda. Kendisine “besleme” denince, Kıbrıslı da “paranı da al git” diye cevap veriyor. İki defa çok başarılı Toplumsal Varoluş Mitingi düzenlendi. Belki de Kuzey Kıbrıs’la ilişikilerinin uzun tarihi boyunca Türkiye’ye bütün bir toplum ilk kez tasını tarağını toplayarak gitmesini söylüyor.

Biz Kıbrıslıların bütünüyle arkasındayız. Onların kendi kaderlerini tayin (onların terminolojisinde self-determinasyon) hakkını sonuna kadar savunuyoruz. Kıbrıs’ın geleceğini Türkiye’nin “stratejik çıkarları” değil, Kıbrıs halkının iradesi belirlemelidir. Bunun için de her şeyden önce Türk askeri birliklerinin adadan derhal çekilmelerini talep ediyoruz. Kıbrıs “yavru vatan” değildir. Bu terminoloji bile sömürge gerçeğinin şekere sarılmış bir dille anlatılmasıdır çünkü.

Elbette, Ayşe’nin tatilden geri dönmesi yetmez. Eleni’nin de kendi yurduna dönmesi gerekir. Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan da Kıbrıs’a kendi kaderini bildiği gibi tayin etme hakkını tanımalıdır.

Aynı şey Avrupa Birliği ile onun içine gizlenmiş eski sömürgeci güç Britanya için geçerlidir. Britanya’nın bütün Ortadoğu halkları üzerinde bir tehdit olarak muhafaza ettiği Ağrotur ve Dikelya üsleri kapatılmalı, emperyalizm Kıbrıs’tan kovulmalıdır.

Bu, Tunus’ta ve Mısır’da ilk zaferini elde eden, başka ülkelerde de ortalığı sarsmaya devam eden Arap devriminin yükseliş aşamasında özel bir önem taşıyor. Türk Kıbrıslıların eylemlerinin, Arap devriminin açtığı yoldan yürümesi için elden gelen yapılmalıdır. Kıbrıs yepyeni bir dönemin eşiğindedir.

Bu dönemde 1960 antlaşmalarının garantör devletlerine ihtiyaç olmayacaktır. Onlar Kıbrıs sorununun çözümü değil nedenidir. Kıbrıs sorununun çözümünün garantörü adanın iki toplumundan işçi sınıfı olmadıkça, Kıbrıs sorunu çözülemez. Öyleyse, yakın görev, Kıbrıs’ın her iki parçasında işçi sınıfının tek bir devrimci partisini birlikte inşa etmektir.

http://gercekgazetesi.net/index.php/makaleler/uluslararasi/item/454-ay%C5%9Fe-eve-d%C3%B6n-eleni-sen-de

İstanbul’da Kıbrıs halkıyla dayanışma yürüyüşü



Kuzey Kıbrıs'ta bugün gerçekleştirilen ikinci Toplumsal Varoluş Mitingi ile dayanışma amacıyla İstanbul’da bir eylem düzenlendi.

Kuzey Kıbrıslı işçi ve emekçilerin, Türkiye devletinin dayattığı sosyal yıkım paketine ve sömürgeci politikalarına karşı mücadelesine Türkiye’den ses vermek amacıyla DİP, EHP, İşçi Cephesi, ESP, TÖP, SBH, Türkiye Gerçeği ve Köz Gazetesi’nin düzenlediği eylem Taksim Galatasaray Meydanı’nda başladı. “Ankara Kıbrıs’tan elini çek” pankartı arkasında yürüyüşün ardından Taksim Meydanı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirildi.

Basın açıklamasında, Türkiye devletinin dayatmacı politikaları ve sosyal yıkım yasası karşısında Türk ve Kürt işçilerinin yerinin Kuzey Kıbrıslı işçi ve emekçilerin yanı olduğu vurgulandı. Bütün yabancı askeri birliklerin ve emperyalist üslerin Kıbrıs’ı terk etmesi istendi.

Eylem boyunca “Ankara Kıbrıs’tan elini çek”, “Kıbrıs Kıbrıslılarındır”, “Sermayeye garantör, Kıbrıslıya diktatör” ve “Yaşasın proleter enternasyonalizmi” sloganları atıldı.

Basın açıklamasının okunmasının ardından eylem sona erdi.

http://www.gercekgazetesi.net/index.php/bread/item/438-istanbul%E2%80%99da-k%C4%B1br%C4%B1s-halk%C4%B1yla-dayan%C4%B1%C5%9Fma-y%C3%BCr%C3%BCy%C3%BC%C5%9F%C3%BC


Üretim “elinin kiri” olunca sömürü şahane olur!

Konu Devrimci 8 Mart olunca gündem hiç değişmiyor. 8 Mart 1857’de yakılarak öldürülen 129 Kadın işçinin talepleri de Paris Komünü’ndeki öncü kadınların kavgası da talepleri de hep aynıydı. Fransız Devrimi’ni başlatan Parisli işçi kadınlar da ekmek sorunu yüzünden ayaklanmıştı, 1912’de ABD’de başlayan tekstil işçileri grevinde de ayni talep bıkmadan usanmadan tekrarlandı: Ekmek ve gül de istiyoruz! Hayatı tüm güzellikleriyle yaşamak, fabrikada patronun ve evde kocanın, ev işlerinin kölesi olmamak! Bu yüzdendir 19 Mart 1911’de Danimarka, Almanya , Avusturya, İsviçre ve ABD’de milyonlarca kadının katıldığı gösterilerde de talep aynıydı:

Emperyalist savaşa hayır! Emeği koruma yasaları çıkarılsın! Kadınlara seçme ve seçilme hakkı! Eşit işe eşit ücret! Sekiz saatlik iş günü! Yeterli bir anne ve çocuk koruması! Asgari ücretlerin belirlenmesi!

Ama görüyoruz ki değişen pek bişey yok yeryüzünde. Nasıl 1889’da Londra’da 700 Kibritçi Kadın, vasıfsız işçiler arasında sendikalaşmayı başlatan kıvılcım olmuşsa, bugün de ayni şekilde dünyanın dört bir tarafında sendikalaşma kavgası sürmektedir. Bugün başka kadınların taşıdıkları çantaları yaparken daha başka kadınlar deri sanayinde sendikalaşmanın kavgasını vermekte, sosyal güvencesiz, sosyal hayatsız, sekiz saat çalışma hayaliyle mücadele vermektedir. Üretimin, neoliberal saldırılar döneminde esnekleştirilmesi kadının konumunu daha da geriletmiş “parça üretimi” üzerinden evde çalışan ucuz işgücüne dönüştürmüştür kadınları. Bu bize çok uzak değil. Kıbrıs’ta da var, yaşanıyor ama görülmüyor. Çünkü Üretim “elinin kiri” olunca sömürü şahane olur! Bu deri sanayinde eve parça işi verme şeklinde, Lefkara İşi’nde de aracılar ile “desen üretimi” şeklindedir. Zaten boş zamanımda evde yapıyorum, elimin kiridir diyerek geçiştirilen bu “küçük üretim” aslında “alnının teri”dir beden ve emek sömürüsüdür. Lefkara İşi’nde gözler yıpranır, desenler ise Bir’e alınır Bin’e satılır! Kâr muazzamdır! Bu yüzdendir ki örgütlenmek hayatın her alanında hem ekmek hem gül için bir zorunluluktur.

Deri işinde kadınlar genellikle ayakkabı, çanta, cüzdan vb işlerde çalışmaktadır. Firmalar genellikle eve iş vermektedir. Bugün Türkiye’de DESA örneğinde olduğu gibi. Evde parça başı iş yapılmaktadır. Örneğin çanta askısını takma veya boyama. Bunların tanesi 50 kuruştur. (Lefkara İşi’nde de bir ‘yıldız’ 50 Kuruştur.) Sosyal güvencesiz çocuklar ve kadınlar uzun saatler çalışırlar. Fabrika içinde kadınlara yönelik mobbing uygulamaları yaygındır. Kadın işçiler daha rahat baskı altına alınır, tehdit edilir, daha az ücret alır. 100 yıl önceki taleplerden ne farkı var bugünkü taleplerin!

Bugün kadına şiddetin arttığı bir aile ve coğrafya hâlinde, tecavüzlerin ve tacizlerin “alışılmış” haber olduğu bu toplumda kadının söyleyecek çok sözü, yapacak çok işi var. Kadının kurtuluşunu “cinsiyet” olgusuna indirgemek mücadeleyi hiçleştirmektir. Sınıf mücadelesinde yerini alan kadınlar nasıl özgürleştiklerini gördüler, şu anda, şimdi, deri işçiliğinde yükselen mücadelede de görmektedirler. Aileyi, kadına sınır çizen bir devlet olmaktan çıkarmak, bedeni ve emeği özgürleştirmek de bütün mücadelelerin birleşmesinde yatar. İşte bu yüzden “vatan, millet, kadın” yoktur. Militarizm varsa milliyetçilik vardır, milliyetçilik varsa kadının sözü, yoktur, adı yoktur, öznesi yoktur! Kadın, ulusun bir zayıflığı olarak algılanır ya da bir gösteri malzemesi olarak nesneleştirilir! Kapitalizm varsa kadın afişte, reklam panosunda ve vitrindedir. Bu yüzden Devrimci 8 Mart, Proleter Kadınların Enternasyonalizminin günüdür!

· Sömürge Kıbrıs’ın sömürülen Kadını olmaya hayır!

· Mesleksiz ve Gece kulüplerinde çalışan kadınlara güvence ve meslek eğitimi sağlansın!

· Ev işçiliği için yurt dışından getirilen kadınlara sendika hakkı!

· El emeğine kollektif kooperatif! Deri işçileriyle dayanışmaya!

· Ev işlerinin toplumsallaşması için ücretsiz kreş ve çamaşırhane!

· Kadının bedeni ve cinseliği kadına aittir! Her türlü gerici, seksist, bağnaz yasaya ve dışlamaya hayır!

· Şiddet gören kadınlara sığınma evi, hukuk desteği, psikolojik destek!

· Kadının özgürleşmesi sınıf mücadelesinden ve sosyalizmden soyutlanamaz!

Enternasyonalist Dayanışma

Sürekli Sömürgeleştirmeye karşı Sürekli Devrim!

Komutanların köy köy gezip seçimlere müdahale ettiği zamanlardan geçtik, artık askerlerden çok siyasilerden müdahalenin dik alasını görmekteyiz. Hem de yenilir yutulur değil... Ama belki AKP’ye çok şey borçluyuz! Toplumun bütün kesimleri altını doldurmadan da olsa sömürge olduğumuzu kabul etmiş durumda. Aslında ordunun müdahaleciliğinin yerini siyasetin alması Türkiye’de süren “burjuvazinin iç savaşı”nın, laik batıcı sermaye ile İslamcı yeşil sermaye arasında on yıllardır süren hegemonya mücadelesinin Kıbrıs’a basit bir yansımasıdır. Bu da aslında bizim Türkiye’nin “dış siyaset sorunu”ndan çok “iç siyaset sorunu” olduğumuzun göstergesidir! Kaldı ki zamanında Kraliyet İngiltere’sinin “Sömürgeler Bakanlığı” vardı, bugün ise Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kıbrıs İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı” var. Bu ikisi arasında hiçbir fark yok!

Peki ya “sömürge” olmak nasıl bir şey ki Tayyip Erdoğan’ın ve Cemil Çiçek’in çıkışlarına kadar dile getirilmiyordu. Sömürge, yerleşilen bölgedir. Bu yüzden “yerleşikler” vardır. İlk adım demografik yapıyla oynamakla başlar. Bu Batı Afrika’da da böyle oldu. Osmanlı bunu Kıbrıs’ta böyle yaptı, Kürdistan’da da böyle yaptı! Türkiye Cumhuriyeti de bugün aynısını yapıyor. İsrail de Filistin’de yerleşim bölgeleri kuruyor. Merkez ülke tarafından yönetilen çevre anlamına gelir kısaca sömürge. Bu yüzden merkez ülke azarlar, vergileri yükseltir, isyanlar çıkmasın diye demografik yapıyla oynar, milliyetleri birbirine karıştırır, birbirine düşman eder: Böler ve yönetir! Sömürge olma durumunda belirleyici unsur, “ulusal paranın yönetimi ve devlet maliyesinin düzenlenmesi”dir. Bu yüzdendir ki çevre ülke yani sömürge, merkez ülkenin parasını kullanmak zorundadır. Bu yüzdendir ki KKTC Merkez Bankası’nın başkanı olmanın koşulu TC Vatandaşı olmaktır! Mali esaret vardır, politik olarak söz söyleme hakkı yoktur. Tayyip Erdoğan’ın “besleme” sözünün ardında işte bu sömürge hali vardır! Oğul Denktaş’ın bile söylemek zorunda kaldığı gerçek “Her yıl KKTC’den Türkiye ekonomisine 1,5 Milyar dolar aktığı”dır. Ve fakat “off shore” bankalarda ve kumarhanelerde aklanan haddi hesabı olmayan paralar “Besleme” olmasa nasıl sağılacaktı! Bazen şovenist politikacıların, bazen de barışçı kisvesi altına saklanan şarlatanların “Kıbrıs yurtseverliği” maskesini kullanarak yaptıkları reaksiyoner açıklamalar bizlere, yurtseverliğin her zaman sahte olduğunu göstermektedir!Aslolan enternasyonalist politikalar üreterek dünya işçi sınıfının bağrında sınıf dayanışmasına yaslanmaktır. Kıbrıs’ı merkeze almadan ama kenarda da unutmadan, özellikle Türkiye’nin iki sömürgesinden biri olduğunu hatırlayarak, diğer Türk sömürgesi Kürdistan halkının mücadelesinin de bizimkinden farksız, kavganın ve kurtuluşun enternasyonal olduğunu anlamak zorundayız. 2 Mart’ı bizim için önemli kılan diğer bir nokta, işte bu enternasyonalizmdir! Berlin’de, Viyana’da, Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’da, Amed’de (Diyarbakır) ve İzmir’de de 2 Mart için Kıbrıs ile dayanışma eylemleri yapılmakta ve yapılacaktır. Viyana’da Pazartesi günü TC Elçiliği önünde dayanışma eylemi yapan Demokratik Haklar Federasyonu’ndan (DHF) yoldaşlara dayanışmamızı bildiririz. Türk Devleti’nin Türkiye çapında DHF’ye karşı yürüttüğü operasyonları kınar, tutuklu yoldaşların derhal serbest bırakılmasını talep ederiz! Viyana’da dağıtılan Bildiri’de de söylendiği gibi: Alman Devleti, kapitalist krizin faturasını Yunan İşçi Sınıfı’na yüklemek isterken, Türk Devleti de kendi krizinin faturasını Kıbrıslı emekçilere çıkarmak istemektedir! Nasıl ki Yunan işçi sınıfı bu faturayı ödememek için sokaktaysa, biz de sokaktayız!

Filistin/İsrail, Kıbrıs ve Kürdistan sorunları Yakın ve Ortadoğu barışı için birer anahtar konumundadır. Bu bölgede yalnız başımıza yaşamıyoruz. Mağrip’te başlayan Arap devrimi, bizim 50 yıl önce de Süveyş Kanalı krizinden dolayı nasıl bir duruma düştüğümüzü hatırlatmalı, tam da bu günlerde NATO’nun yeniden Kıbrıs’a yakınlaşmasının nedenini açıklamaktadır. Bir esaretten kurtulmak için bir diğerine savrulmanın çözüm olmadığını bilen birileri varsa o da Kıbrıslılardır! Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosunun ihanet içerisinde attığı NATO’ya katılma adımlarnı, “beslemelik”le uğraşırken görmezden gelemeyiz. NATO “beslemesi” olmak çözüm değil!

Bugün Kuzey Kıbrıs’ta gelişen kendiliğinden bir süreç vardır. Kendiliğinden gelişen bu süreci programatik talepler doğrultusunda, tabana yaymadığımız ve karar vericilerin sendika bürokratları kaldığı sürece karşımıza çıkacak soru şudur: “Acaba bu süreç ne zaman kesilecektir?” Eğer bu sürecin başarıyla devam etmesini ve meclis/seçim hesapları için sekteye uğratılmamasını istiyorsak, geçmişte Annan sürecini de yaşayan bizlerin, ders alarak adım atmamız; en azında hâlâ süresiz grevlere devam eden çalışanların grevlerin geleceğini sendika bürokratlarına bırakmadan tartışmaları gereklidir. Yoksa bu sömürgeci dil, demografik saldırı, neoliberal sınıf taaruzu- özelleştirmeler, ek vergiler, kesintiler hiç bitmeyecek! Grevin yalnızca ekonomik haklar için değil toplumsal kurtuluş için de bir araç olduğunu bilmeliyiz.

  • İşgale ve sömürgeciliğe karşı sınıf mücadelesi!
  • İş, ekmek, adalet, barış ve özgürlük için Genel Grev!

Enternasyonalist Dayanışma


Kuzey Kıbrıs’ta Genel Grev





2011 yılı Kuzey Kıbrıs’taki sendikalar tarafından ‘toplumsal varoluş’ yılı ilan edildi. Global ekonomik kriz, Ankara hükümetini Kuzey Kıbrıslı emekçilerin haklarını neo-liberal paketlerle gasp etmeye zorladı. Bu yılki ilk genel grev 28 Ocakta Kuzey Kıbrıs’taki işçi sınıfının haklarına yapılan neo liberal saldırı paketine karşı düzenlenen gerçekleşti. Bu genel grev anti sömürgeci bir tavıra dönüştü. Grev mitinginde Türk işgal güçlerine karşı pankartlar taşındı. Bundan sonra hem Türk hükümetinin hem de Kıbrıs’taki Türk faşistlerinin Kuzey Kıbrıslılara saldırısı başladı. Bu süreci biz burada analiz etmek ve Marksist bir bakış ile perspektif sunmak istiyoruz.

Emperyalist Çıkarlar

Sömürgeci İngiltere kendi gücünü sağlamlaştırmak için Kıbrıs’taki etnik grupları birbirine düşürdü. Hem Yunanistan hem de Türkiye Kıbrıs’ı kendi egemenliğine almaya çalıştılar. Enosis ve Taksim Kıbrıs’ın Yunanistan’a ya da Türkiye’ye ilhak politikalarına verilen siyasi kavramlardı. Yunanistan’daki 1967 Nisanındaki darbeden sonra Makarios, o zamana kadar temsilciliğini yaptığı Enosis düşüncesinden uzaklaşarak, Kıbrıs’ın daha çok bağımsızlığı için mücadele etmeye başladı. Atina’daki askeri darba ise silahlı Enosis gruplarına desteğini artırdı. Makarios enternasyonal arenada bir bağlantısızlar tutumuyla Sovyetler Birliğine yakınlaştı. Türk ve Yunan kontragerila grupları birbirine karşı saldırılarda başladılar. Yunan yanlısı subayların darbe girişiminden sonra 1974 yılında Türkiye ‘Ayşe tatile çıktı’ koduyla askeri operasyon başlattı. Türk ordusu Kıbrıs’ın kuzeyini işgal etti. Ülkenin %30 unu ve üretim gücünün %70 ini işgaliyle ele geçirdi. 1984 yılında Kuzey Kıbrıs Türkiye tarafından bağımsız bir devlet olarak ilan edildi ve günümüze kadar başka bir ülke tarafından tanınmadı.
Kıbrıs’ta iki İngiliz üssü ve ABD Echelon casusluk üssü, Fransız askerleri de Paphos havaalanında konuşlandırılmıştır. Güney`deki Yunan Ordusunun birliklerinin yanı sırada 40.000′den fazla da Türk askeri ile Kuzey Kıbrıs işgal edilmiştir. Kıbrıs emperyalistler için batmaz uçak gemisidir. Jeopolitik olarak Kıbrıs Yunanistan, Türkiye, Mısır, Tunus, Libya, Filistin, Lübnan ve İsrail hattında önemli bir konumdadır. Böylelikle NATO Kıbrıs üzerinden bu bölgeyi NATO ülkelerinin ekonomik ve politik çıkarları tehlikeye girdiği zaman militarist baskı altına alabilmektedir.
Kıbrıs’ta yıllarca Yunan ve Türk gladyoları ki bunlar NATO, CIA ve İngiliz MI6’ın soğuk savaş döneminin gizli örgütlenmesiydi, terrörize eylemleri gerçekleştirdiler. Böylelikle burada yaşayan nüfusu zayıflatıp, bölme amaçlarına uygun davranıyorlardı. Bugün gene, İşgale karşı hareket güçlerince tekrar harekete geçmeye başladılar. Kıbrıs’taki bakır madenleri 1950′lere kadar İngiltere tarafından talan edildi. Mısır ile Kıbrıs arasındaki denizde ayrıca petrol rezervleri bulunmaktadır. Kuzey Kıbrıs ayrıca bugün Türk burjuvazisinin offshore-Bankacılığının ve kumar gazinoların merkezi haline getirilmiştir. Böylelikle ülke kara para aklama yeri haline getirilmiştir. Bunun yanı sıra Türk kapitalizmi Kıbrıs’ta ilkel birikimini de gerçekleştirmektedir. İşgal edilmiş topraklar ve bunların üstünde kurulan otelleri satmak gibi yöntemlerle Türk burjuvazisine peşkeş çekilmiştir. Birçok Türk burjuvazisi sermayesini Kuzey Kıbrıs’ta güçlendirdi. Şimdilerde ise AKP taraftarı Türk burjuvazisi Kuzey Kıbrıs’ta aktif ve ülkeyi sömürmekteler.


Sömürge Sorunu


Kuzey Kıbrıs bağımsız bir devlet değil, Türkiye’nin bir sömürgesidir. Türkiye politikasıyla bölgeyi izole etti ve üretimi bitirerek bağımlılaştırdı. Türkiye’nin tarihsel sömürgelerinde geliştirdiği demografik bir politika var: Kürtleri Türk bölgelerine, Türkleri Arap bölgesine (Hatay) ve Kıbrıs’a iskân ettiler. Böylece asimilasyonu çabuklaştırarak anti sömürgeci ayaklanmaların önüne geçti.


Kıbrıs’tan göç ettirilen nüfus ikiye ayrılmaktadır: bir tarafta kuzey Kıbrıs’taki zenginliğe el koyan sömürge hâkimleri, diğer tarafta ise Anadolu’dan biraz daha yüksek ücretlerle çalışmak için gelen ve Kıbrıs işçi sınıfının bir parçası olan kesim. Türk devleti Anadolulu işçileri Kıbrıs işçi sınıfını bölmek için kullanmaktadır. Kıbrıs’ta çalışan herkes için ayni hakların mücadelesi vermek Türkiye’nin bu politikasını geriletecektir.


Adanın güneyinde kitlelerin yaşam düzeyi kuzeyinden daha iyi durumdadır. Bu yüzden birçok işçi kuzeyden güneye günü birlik işlemek için gitmektedir. Bunlardan güneydeki sendikalara da üye olanları, bölünmeyi aşmaktadır. Özelleştirme projelerine, işgal ordularına ve faşist gruplara karşı sınıfın farklı kesimlerini bir araya getirip politika üretilebilir. Liman, ulaşım ve inşaat işçileri kuzey Kıbrıs’taki işçi hareketinin ana çekirdeğidir. Turizm sektöründeki işçiler örgütsel ve politik bazda hareketten izole edilmiştirler. Bunlar sendikalarda örgütlenmesi zor olan ya da sendikaların örgütleme perspektifi olmadığı işçilerdir. Memurlar özelleştirme yasalarına karşı direniş hareketinin öncüleridir. Bu politik kırılma işçilerin politikasını zayıflatmaktadır. Bu yüzden işçi sınıfının farklı kesimlerini birleştirmek çok önemlidir.

İşgal ve Kapitalizm

AB üyesi Güney Kıbrıs AB-Güçlerinin Akdeniz Bölgesindeki konumunu üslerle birlikte güvence altına almaktadır. Kıbrıs aynen Kürdistan ve Filistin/İsrail gibi emperyalist düzenin Yakın ve Orta doğu’daki anahtarıdır. Birçok Kıbrıslı yabancı güçlerin adadan ayrılmasını talep etmektedir. Bu yalnızca kapitalist devletlere karşı yapılacak mücadeleyle gerçekleşebilir. Yani bu mücadele ancak antikapitalist bir perspektifle başarıyla sürdürülebilir. Sonuç olarak Kıbrıs’ta kapitalizm bölgede savaşın bir sebebidir. Kapitalist bir sistem içinde Kıbrıs’ta barışa ulaşılacağına inanmak bir illüzyondan ibarettir. Bu aşamada Kıbrıs’taki devrimcilerin görevi barış için mücadele etmektir çünkü kitlelerin talebi budur. Ayni zamanda halka barışın kapitalizmle mümkün olmadığını anlatmalıdırlar. Gerçek barışın anlamı farklı ülkelerdeki kapitalistler arasındaki rekabetin ortadan kaldırılmasıdır, çünkü yayılma politikaları kapitalistler arasındaki rekabetin sonuçlarıdır. Diğer bir deyişle, gerçek barışın gerçek demokrasiye ihtiyacı vardır, bu da; işçi demokrasisi ve demokratça planlanmış bir ekonomidir.

Kapitalist krizler (sanki önlenemezlermiş gibi) burjuva devletlerini birbirlerine savaşa ve işçi sınıfınıda ücret kesimleri, yükselen hayat pahalılığı gibi mekanizmalarla sinmeye zorlar. İşçi hareketi eğer barış isteğini hayata geçirmek istiyorsa önünde iki yol var, ya kapitalist devleti ezmek ya da nihai olarak kapitalist devlet tarafından ezilmek.
Kıbrıs’ta politika için önemli bir nokta da bölünmede payı olan ülkeler ve işgalcinin statüsüdür. İşgalden dolayı göç ettirilen insanlar işgalci tarafından tazmin edilmelidir. Türk kapitalistlerine iskân edilen toprakların (örneğin otellerin) iadesi gereklidir. İskân sorununun tazminatı işgal ve sömürge güçleri tarafından karşılanmalıdır.
Türk hükümeti özelleştirmelerle işçileri ve çalışanları zayıflatarak Türk kapitalistlerine bağımlılaştırmaya çalışmaktadır. Türk milliyetçiliği bir köprü olarak kullanılmakta, sömürge ve ulusal sorunun üzeri örtülmektedir. Türkiye ve Kıbrıs arasındaki ilişki ana ile yavru durumu olarak iddia edilmektedir.

Devrimci Perspektif

Kıbrıs’ın çalışan nüfusu Türkiye ve Yunanistan arasında bir köprü gibidir. Kıbrıs için ortak politika iki ülkenin işçi hareketlerini ve devrimci solunu bir araya getirebilir. Kuzey Kıbrıs’tan Türk politikasına karşı gelen grev dalgası için bir iki örgütten gelen bir çağrı ile Türkiye’de dayanışma örgütlenmektedir. (http://enternasyonalistkibris.blogspot.com/2011/02/demokratlara-devrimcilere-ve-emek.html) Bu gösteriyor ki enternasyonalist politika mümkün ve gereklidir.

Kıbrıslı emekçiler aynı zamanda Ortadoğu ve Avrupalı emekçilerin mücadelelerini birleştirici bir rol da üstlenebilir. Tunus’ta başlayan devrim ateşi Arapça konuşan dünyada gittikçe yayılıyor. Bu ateşin kıvılcımları Kıbrıs üzerinden Avrupa’ya ulaşabilir ve orada da bir yangın başlarabilir.
Kıbrıs’ın birleşmesi de yalnızca sosyalist temelde mümkündür. Kıbrıs’ı işgal altında tutan tüm Kapitalist devletler var olan durumdan kâr etmektedirler. Bu yüzdendir ki adanın birleşmesi engellenmektedir. Kuzeydeki ve Güneydeki Kıbrıslı burjuvazi de bölünmeyi uzun vadede tesis etmiş, yeni bir rekabet istememektedirler. Kuzey Kıbrıs’taki kapitalistler kendilerini Türk Kapitalistlerinden bağımsızlaştırmaya çalışmakta ama güneyle de birleşme istememektedirler. Kapitalist ekonomik düzen adadaki eşitsiz yaşam düzeyini sağlamlaştırmakta ve birçok sorunun ana kaynağı olmaktadır. Yalnızca birleşmiş Kıbrıs kapitalizme karşı güçlü işçi sınıfının politikasını sağlamaya imkân sağlamaktadır. Bölünmüş bir işçi sınıfı kapitalizmin sömürüsünü kolaylaştırır.
İşgal edilmiş evlerin ve toprakların geri verilmesi sorununu herkesin insana yakışır bir barınma yerine kavuşmasını sağlayacak sosyalist bir ekonomi sistemiyle çözülebilir. Ayrıca iyi donanmış işgal ordularına karşı zafer elde edebilmek için, işçilerin enternasyonal sınıf mücadelesine gerek var.

Meclis Kıbrıs sorununun çözüm yeri değildir. İşçiler ve emekçiler adanın birleşmesi ve işgalcilerden arınması için güçlerini birleştirmelidirler. Onların gücü burjuva partilerin ellerine teslim edilemez. İşçiler ve emekçiler örgütlenmeli, grevdeki iş yerlerinin ve okulların kontrolü ellerine almalıdırlar. Yalnızca bu yol adada kapitalistlerin gücünü kıracak, devletle mücadelenin yolunu açacaktır! Yoksa kazanılan her şey yeniden yitirilecektir.

Bu amacı zafere ulaştırabilmek ve Yunan, Türk ve yerli kapitalistlere karşı mücadeleyi sürdürebilmek için Kıbrıs’ta devrimci enternasyonalin bir parçası olan devrimci bir partiye ihtiyaç vardır. Bu parti işçilerin güçlerini birleştirme rolünü üstlenecek ve güney’de AKEL’in yaptığının aksine, bağımsız bir işçi sınıfı politikası için savaşacaktır. Bunun için ise açık bir devrimci programa ihtiyaç vardır.

  • NATO Kıbrıs’tan defol!
  • Özelleştirmeye hayır! Bütün iş yerlerinin işgali ve işçi kontrolü altında devletleştirilmesi
  • İşsizliği önlemek için planlı çalışma, işçi örgütleri denetiminde!
  • Sömürgeci güç tarafından toprakların iadesi ve tazmini!
  • Seçilmiş grev komiteleri için! Bürokrasinin ihanetine karşı sınıf mücadeleci taban temelli sendikalar için!
Sosyalist Yakın ve Orta doğu konfederasyonun parçası olan birleşik sosyalist bir Kıbrıs federasyonu için!

Devrimci Enternasyonalist Örgüt (RIO), Enternasyonalist Dayanışma (Kuzey Kıbrıs), 1 Mart 2011