Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]

Bundan sonra "Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]" ismi ile http://uluslararasisinifmucadelesi.blogspot.de/ sayfasındayız.

15 Ocak 2012 Pazar

Denktaş:Türk kontrgerillasının ve Britanya emperyalizminin Kıbrıs’taki baştemsilcisi!

Aziz Şah

(Enternasyonal Dayanışma - Kıbrıs) Denktaş, 12’ye 5 Kala kitabında şöyle der: “Körü körüne İngiliz dostluğu güttük”. Bu sözün hakkını vermiş bir ömür yaşamıştır Denktaş! Ölümü ile basında, “bir tarih göçtü” popülizmi yapıladursun, o “tarih” neyi anlatır?

TC’nin Kıbrıs ile süren sömürgeci ilişkisinin gelişimine bakacak olursak üç ana döneme indirgeyebiliriz. “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yoktur” siyaseti İnönü’den Menderes’e uzanan bir devlet politikasıydı. Arkasındaki sebep ise TC’nin Batı emperyalizmi ile olan vazgeçilmez işbirliğiydi: ‘Kıbrıs Sorunu yoktur, çünkü Kıbrıs Britanya’ya aittir.’ Bu, TC’nin ilk Kıbrıs siyasetidir. Bu siyaseti, Kıbrıs’ın bağımsız olması riski karşısında Türkiye ve Yunanistan arasında pay edilmesinin savunulduğu ikinci dönem takip eder. Ki bu siyaset de Britanya’nın baskıları sonucu TC’nin dış politikasının parçası olmuştur. Bu baskılar Denktaş’ın sözleri ile “Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu’na angaje edilmesi”dir. Bu “angaje edilme” süreci Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarına karşılık gelirken, Kıbrıs’ta Cami bombalama ve 27-28 Ocak olayları gibi provokasyonların Denktaş liderliğince örgütlenmesi ile TC’nin bir Kıbrıs Sorunu olmuştur. TC’nin Taksim Siyaseti’nden sonra uluslararası konjonktür vesilesi ile mecbur kaldığı üçüncü dönem ise “Federasyon diyerek Konfederasyonu savunma” dönemidir, yani “çözümsüzlük günleri”, Denktaş’ın hanedanlığı…

Türkiye’nin Taksim politikasını savunması ve çözümsüzlüğü sürdürmesinde kullandığı baş aktör Denktaş’tır. Bu Denktaş diktatoryası 1958’de, bugün “Ergenekon” dedikleri, ama asıl adı “Kontrgerilla” ya da “Özel Harp Dairesi” ile başlamış, bugün ise “milli yas” ile sürmektedir…

Denktaş: Britanya Emperyalizminin Memuru!
Denktaş, 12’ye 5 Kala kitabında şöyle der: “Körü körüne İngiliz dostluğu güttük”. Bu sözün hakkını vermiş bir ömür yaşamıştır Denktaş! Ölümü ile basında, “bir tarih göçtü” popülizmi yapıladursun, o “tarih” neyi anlatır?

Britanya sömürgeciliğinin klasik yöntemlerinden olan “böl-yönet” politikası Denktaş’ın siyaset sahnesine çıkarılmasıyla hayat bulur. Kıbrıs’ta alışılagelmiş sol tarih anlatımında şu sözler vardır: “Rumlar İngiliz’e karşı ayaklanırken, Türkler polis yazıldılar, bütün kavga böyle başladı.” Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun Ekim 1957’ye kadar başında bulunan Faiz Kaymak Britanya emperyalizmi ile uzlaşamayarak görevinden ayrılır. Faiz Kaymak, görevinden ayrılmadan önce Türklerin Rumlara karşı polis yazdırılması siyasetine karşı çıkar ve uyarır, bu durumun bir Filistin-İsrail çatışmasına dönüşeceğini sömürgecilere iletir. Faiz Kaymak’ın yerine getirilen ise sömürgecilerle hemfikir olan Denktaş’tır.
British Council bursu ile Britanya’da hukuk okuyan, Dr. Küçük’ün hukuk danışmanlığını ve Sömürge Savcılığı görevlerini yürüten Denktaş, Britanya emperyalizminin gerek 6-7 Eylül 1955 olayları ile Kıbrıs Sorunu’na angaje etmeye çalıştığı Türkiye’yi yeni provokasyon ve çatışmalarla Kıbrıs Sorunu’na taraf haline getirecekti. Denktaş’ın ‘başarısı’, Türkiye’ye bir Kıbrıs Sorunu ‘armağan etmek’ ve bu sorunu daha da çatışmalı bir seyre sokmaktı!

27-28 Ocak olayları, Bayraktar ve Ömerge camilerinin bombalanması ve Türk Haberler Bürosu’nun bombalanması Denktaş’ın İngiliz emperyalizminin sıkıştığı anlarda imdadına yetiştiği ‘taç kolonisi memuriyetine’ yakışır hizmetleridir. Tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var: “körü körüne İngiliz dostluğu güttük” ve “Bana bir anti-British Kıbrıslı Türk gösteremezsiniz” diyen sömürgeci hayranı ‘asılacaksan İngiliz ipiyle asıl’ diyen bir bilincin askeriydi Denktaş.

Denktaş’ın İcatları: “Türk’ten Türk’e Kampanyası!” ya da Burjuvazi’yi Palazlandırmak!

“Bugüne kadarki tarihin tamamı sınıf mücadelelerinin tarihi olmuştur.” diye başlıyordu Marx ve Engels Komünist Manifesto’ya. Bu tarih Kıbrıs’ta da sınıf mücadeleleri ile kurulmuştur. “Vatandaş Türkçe Konuş” ve “Türk’ten Türk’e” kampanyaları ile başlayan, söylenen her ‘yabancı’ sözcük için ceza ödenen ve sadece Türk tüccarlardan alışveriş yapılabilen bir Kıbrıs’ı icat etmiştir Denktaş. Bir yanı kültürel bir yanı ekonomik olan bu hegemonya bir getto toplumu yaratmak içindi. Bugün söylenen, “Cemaatten halk yarattı, devlet kurdu” popülizminin ardında yatan hakikat şudur ki, 58’den itibaren Kıbrıslıtürklerin içerisinde hiçbir demokratik öğe kalmayana kadar terör faaliyetleriyle bir “halk” kuruldu Denktaş tarafından: Zor’la, Baskı’yla, Cinayet’le, Provokasyon’la… Camileri bombalayarak, Basın Bürolarına bomba atarak, ne kadar kendinden olmayan varsa öldürerek… Bu kültürel ve ekonomik hegemonya sırf bir ‘milli’ burjuvazi kurup, ona da sömürebileceği bir ‘halk’ vermek içindi. Yaşamı boyunca, o ‘milli’ burjuvaziyi, ‘milli’ kimliğin, yani –onun sözleriyle- ‘ayrı cemaat’ olmanın bir zorunluluğu olarak gördü Denktaş. “Kıbrıslı” kelimesi Denktaş için bir kabustu: “ ’Kıbrıslı’ mefhumu milli şuuru söndürebilecek en müessir bir mikroptur” diye yazıyordu 1960’ta. Kıbrıslı ve Kıbrıslılık konusunda Britanya emperyalizmi ile hep hemfikir oldu. Emperyalizm için Kıbrıslıları coğrafi bir temelde birleştiren ‘Kıbrıslılık’ ne kadar tehlikeliyse, Denktaş için de bir o kadar kabus oldu. 2000’lere geldiğinde bir o kadar daha küstahlaşarak “Tek Kıbrıslı’nın Karpaz Eşekleri olduğunu” söyleyebiliyordu. Tabii daha sonra 80.000 civarında kişinin toplandığı meydandaki insanlara “Sinek” de diyecekti. “Ayrı Cemaat” olmak için her şeyi yaptı: Önce Futbol Ligini, sonra İşçi Sendikasını, daha sonra belediyeleri ve hükümeti, en sonunda da adayı böldü!

Şiddetin ekonomi politik yönü o kadar görünüdür ki, yazının sonunda karşınıza çıkacak olan siyasi cinayetlerin, özellikle 1958’in Kıbrıslı işçilerce ortak kutlanan 1 Mayıs’ından sonraya tekabül etmesi tesadüf değildir. Burjuvazinin varlığını öne çıkarmak o kadar can alıcı bir hale dönüşmüştür ki –resmi tarihin “Rumlar bizi cumhuriyet’ten attı” söylemini yine resmi tarihin belgeleriyle çürütecek olursak- Dr. Küçük’ün İnönü’ye yazdığı mesajda dediği gibi: “Bilindiği gibi memurlarımız, kendilerine verilen direktife uyarak, emeklilik hakları dahil maaş, tahsisat ve diğer ücretlerini, feda etmiş ve meslekten ihraç durumuna kendilerini bilatereddüt sokmuşlardır…” Kısacası, memurlar (ki içlerinde bakanlar da var) feda edildiğinde, mevzubahis burjuvazinin geleceğidir.

1974 İşgali gerçekleştikten sonra ardı ardına açıklamalarda bulunan dönemin TÜSİAD yönetimi “Sıra ekonomik çıkartmada” diyordu. 1974 sonrası Kıbrıs, dev bir “ilkel birikim” olanağıydı. Türkiye’de İslamcı burjuvazi iktidara gelene kadar, “ekonomik çıkartma” hazırlıkları yapan TÜSİAD bile Denktaş kliğinin sürdürdüğü yağmaya müdahale edemedi. (Bu konuda Kıbrıs’ta çıkardığımız Sınıf Bilinci dergisinin 2. sayısındaki yazımıza bakılabilir.)

Kıbrıs’ın 12 Eylül’ü: KKTC!

Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler kitabında, Ecevit’in ağzından Denktaş hakkında şu mealde bir aktarma yapar: “74’te Ecevit’in yanındakiler Denktaş için ‘tekin değil, değiştirmek gerek’ derler, Ecevit ise, ‘Köprü geçerken vasıta değiştirilmez, hele bir köprüyü geçelim icabına bakarız’ şeklinde cevap verir.” 74 işgali Türkiye’de hükümet krizlerine sebep olduğundan bir türlü ‘vasıta’ değişmez ve 12 Eylül gelir… 12 Eylül’ün yarattığı ortam da tam Denktaş içindir. 1983’te kararını verir, milletvekillerini saraya kapatır ve bütün telefonları yurtdışına kapatır. Ola ki birileri yurtdışına haber ulaştırır da Denktaş’ın çılgın projesi KKTC ilan edilemez… Solcu milletvekillerini de KKTC’ye ‘hayır’ dedikleri takdirde siyasi hayatlarını bitirmekle tehdit ederek, birkaç milletvekili dışında herkesten onayını alır. KKTC mührünü kullanarak da Kıbrıslıtürklerin üretim ile olan bütün ilişkilerini keserek, Özal’cı tüketim toplumunu kurmuştur… “Bir cemaatten devlet yarattı” safsatası, o kadar açıktır ki; gerek 74 öncesinde kurduğu tedhiş rejimi ile ilk gettosunu kurarken, KKTC ile de başka başka gettolara ‘devlet adamlığı’ yapmıştır.

Denktaş: Kıbrıs’taki Bütün Siyasi Cinayetlerin ve Provokasyonların Sorumlusu!

27-28 Ocak 1958: ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ sloganı ile Lefkoşa ve Mağusa’da çıkarılan olaylarda 70 kişi yaralanmıştır; olaylar ile ilgili Denktaş’ın yorumu şudur: “Bu ölüler bize lazımdır, dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız!”
22 Mayıs 1958: PEO (Kıbrıs İşçi Federasyonu) Türk Şube’si başkanı Ahmet Sadi’nin kurşunlanması. Yaralı kurtulan Ahmet Sadi Londra’ya göç eder.
24 Mayıs 1958: Sadece 14 hafta yayımlanabilen işçi gazetesi İnkılapçı’nın sahibi ve yazı işleri müdürü Fazıl Önder’in katledilmesi.
29 Mayıs 1958: Ahmet Yahya’nın öldürülmesi.
5 Haziran 1958: İnşaat işçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı.
7 Haziran 1958: Lefkoşa’daki Türk Haberler Bürosu’nun halkı galeyana getirmek için bombalanması! İşin ilginci bu provokasyonun Türkiye’de 8 Haziran’da yapılacak olan Kıbrıs Mitingi’nden bir gün önceye denk gelmesi!
30 Haziran 1958: Türklerle Rumların bir arada yaşayabileceğini söylediği için Leymosunlu berber Ahmet İbrahim kurşunlanarak öldürüldü.
3 Temmuz 1958: Arif Hulusi Barudi bir Rum kuruluşunda çalıştığı için tehdit edilmiş ve kurşunlanmış.
25 Mart 1962: Lefkoşa’daki Bayraktar ve Ömerge Camileri’nin bombalanması!
23 Nisan 1962: Kıbrıs’ta yayınlanan Cumhuriyet gazetesinin iki yazarının, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in öldürülmesi!
11 Nisan 1965: Rum-Türk kardeşliğinin sembolü olan sendikacılar Derviş Ali Kavazoğlu ve Mişaulis’in Lefkoşa-Larnaka yolunda bir pusuda öldürülmesi!
6 Temmuz 1996: Gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi!
24 Mayıs 2001: Avrupa gazetesinin matbaasının bombalanması, gazetecilerin tutuklanması ve gazetenin kapatılması!

6 Ocak 2012 Cuma

Enternasyonalist Dayanışma'nın dergisi Sınıf Bilinci çıktı


Sınıf Bilinci, Kıbrıs’ın kuzeyinde Enternasyonal Dayanışma adını taşıyan bir çevrenin yayınladığı bir dergidir. Gerçek, Türkiye’nin sömürgesi konumundaki Kuzey Kıbrıs’ın devrimci Marksistleri ile dayanışma içinde Sınıf Bilinci’nin 1. Sayısını sitesinde okuyucularıyla paylaşmaktadır.



Sınıf Bilinci dergisi için tıklayın

5 Ocak 2012 Perşembe

Kıbrıs’ta İngiliz üsleri: Depresyon, Devrim, Doğal Gaz!

Aziz Şah, Enternasyonalist Dayanışma

Afganistan savaşı için lojistik destek sağlamak ve daha önce Irak ve son olarak Libya savaşında kullanılan Kıbrıs'taki İngiliz Üsleri geçtiğimiz günlerde olaylı bir protesto ile yeniden gündeme geldi. Süveyş Kanalı krizi sebebi ile Kıbrıs’a kurulan ve o günden beridir Ortadoğu’daki her hareketlenmede uçakların kalkıp indiği iki “egemen üs”tür Ağrotur ve Dikelya. “Egemen Üs” demek, Kıbrıs’taki Britanya toprağıdır. Yasal Kıbrıs hükümetinin aldığı kararların geçersiz olduğu, 1960 yılında Türkiye’de var olan ABD üslerinin toplam kapladığı alanın 7.5 katı olan iki egemen üs.

Mısır-Kıbrıs Hattı…

1954 Yılında Britanya Sömürgeler Bakanı Hopkinson’un söylediği gibi: “İngiliz Uluslar Topluluğu içinde öyle bölgeler vardır ki, özel koşulları gereği tam bağımsız olmayı ASLA beklememelidirler.” Kıbrıs Sorunu’nu çözmek adına yapıldığı söylenen müzakerelerin vazgeçilmez ilk ilkesi de bu egemen üslerin Britanya toprağı olduğunu tescillemektir. Kıbrıs’taki müzakerelerin asla Kıbrıslılar için olmadığı, esas gündemin hep üsler olduğunu görmezden geldi adalılar. Kıbrıs tarihi Mısır’ın sömürgeleştirilmesiyle sürekli paralel ilerlemiştir. Bugün Arap devriminin motoru olan Mısır’ın, 1. Paylaşım Savaşı’ndaki ilhakına paralel olarak Britanya Kıbrıs’ı ilhak etmiş, daha sonra da yine Mısırda olan olaylar üzerine, Süveyş Kanalı sebebi ile Kıbrıs’ta üsleri kurmuştur. Türkiye ise Üsler ve Britanya konusunda konumunu ta en başından Batı’ya ispatlamıştır: 1954 Yılında Irak Başbakanı Nuri Said’e Menderes “Şayet Kıbrıs’ın İngilizlerin elinde kalmasıyla Türkiye’ye verilmesi arasında bir seçim yapacak olsa, Ortadoğu’nun savunmasına katkıda bulunması için Kıbrıs’ın İngilizlerin elinde kalmasını yeğleyeceğini ” söylemişti. Bu yüzdendir ki Kıbrıs’taki çatışmalar Kıbrıs’ı Natolaştırmak için bir gerekçe idi, müzakereler ise daha fazla askeri konuşlanma için bir araçtır.

Britanya’dan Kıbrıs’a kadar bu sorunun parçası olan ülkelerin sol örgüt ve partilerinin, Kıbrıs’taki üsler konusunda herhangi bir ciddi girişimleri olmamıştır. Durum böyle olunca, yapılan eylemi tam olarak kim olduğu ve ne olduğu belli olmayan, faşist ELAM taraftarları olduğu yönünde bilgi edinilen “Ulusal Anti-Sömürge Platform” gibi Güney Kıbrıs’ta günden güne çoğalan milliyetçi-faşist grupların örgütlemesi, sahipsiz kalan sorunların aciliyetini gözler önüne sermektedir. Örneğin Britanya’daki Sosyalist Parti’nin ve onun Kıbrıs’taki seksiyonunun bugüne kadar “üsler” konusunda hiçbir girişimleri olmamıştır; uluslararası örgütlülüğü bir hedefe dökemeyen ve sadece genel geçer sloganları Kıbrıs’ta tekrar eden bir yaklaşım tüm örneklerde mevcuttur. İngiliz üslerinin geçmişteki anlamı Kıbrıslılar için Kıbrıs sorununun emperyalistler tarafında süreklileştirilmesi, bugün acil olan anlamı ise Arap Devrimi karşısında bir karşı devrim mevzisi olarak durmasıdır.

AKEL’in iflası…*

Burjuvazinin uzun süredir yönetemez durumda olduğu Güney Kıbrıs’ta ise Stalinist AKEL’in “ulusal çıkarlar” gerekçesi ile, uzun süredir var olduğu bilinen ve uzun süre önce uluslar arası anlaşmalarla sınırları çizilmiş doğal gaz ve petrol yataklarındaki macerasının tam da devrimin ve savaşın ortasındaki Ortadoğu’da, Kıbrıs’ı daha da tehlikeye ve emperyalist sarmala sokacağı aşikardır. Irak savaşı sırasında AKEL öncülüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti, ABD’ye her türlü yardımı sunma kararı almıştı, bundan bir süre önce Lübnan’da çatışmalar yoğunlaştığı bir dönemde Fransa’ya Baf uçak alanını açmıştı, bir de bunların üstüne hükümetin hesap soramadığı egemen İngiliz Üsleri ve istihbarat merkezleri Kıbrıs’ta konuşlanmışken AKEL’in alışılagelmiş maceracı ve sözde devletlerarası dengelerle oynayarak Türkiye karşısında pozisyonunu güçlendirme stratejisi, kendini gizleme ve unutturma başarısı ile Kıbrıs’taki varlığı sorgulanmayan Britanya’nın işini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’nin emperyalizm cephesinde Arap halklarına karşı aldığı tavrın karşısında, Kıbrıslı Rum politikasının Arap halklarının yanında yer alması hep bir “diplomatik” başarı örneği olarak gösterildi. Bugün ise “Özgür Gazze” gemisine limanlarını açmayan bir Kıbrıs Cumhuriyeti. Büyük depresyonun ve Arap devriminin tam ortasında doğal gaz ve emperyalizmle oynayan bir Kıbrıslı Rum liderliği mevcut. Son 10 yıldır, Annan Planı’ndan beridir Kıbrıslı Rum liderliği ve AKEL sırf Türkiye karşısında avantajlı pozisyon elde etmek için İngiliz üslerine hiçbir itiraz yöneltmemiştir, sorulduğunda ise “Şu an Türkiye’ye karşı bir cephe açtık, bir de İngiltere’ye karşı duramayız” mealinde bir tutumları var. Ayrıca bu son eylem “ulusalcılar” tarafından yapılmış olsa da gösterdi ki, egemen olan istediği koşulda olağanüstü hal ilan edebilir, hele ki üslere yerliler yaklaştığı zaman, o eski sömürgeci yüzünü gösterir.

Uluslararası sınıf mücadelesi…

Avrupa Birliği’nin bütün güneyini yerle bir eden büyük depresyon Kıbrıs Cumhuriyeti’ni teğet geçemezdi. Önce kapanan ve küçülen uçak şirketleri, ardından Mari’deki ana patlamadan sonra yaşanan başkanlık ve hükümet krizleri ve Hristofyas’ın yargılanması siyasi liderliği yeterince yıprattı. Güney Kıbrıs’ta Kıbrıs Borsası’nın özelleştirilmesi, ek mesai ve çalışan maaşlarının kesilmesi ve KDV’lerin yükseltilmesi gibi birçok madde AKEL’in ilk kriz paketinde yer alıyor. Ayni AKEL bir taraftan Arap Devrimi karşısında garp cephesinde yerini alırken, diğer taraftan Kıbrıs Sorunu’nun çözümünde çıkmaza girildiğini ilan eden ve işlerin daha da sarpa sarmasına sebep olacak Doğal Gaz macerasını sürdürmektedir. Tarihin sonunu ilan edenlerin kutladığı milenyum ideolojisi çökmüş ve AKEL de bu yıkılmış eski dünyanın altında kalmıştır. Güney Kıbrıs’taki sorun, AKEL’in yerini alacak bir liderliğin olmaması ve farklı isimler altında çoğalan faşistlerin tabandan örgütlenmesidir. Dünya basınında yer alan Ağrotur protestosu ELAM taraftarlarının, yani festival basan, Kıbrıslı Türklerin arabalarına saldıran, yabancıları linç edenlerin işi. Sosyalistlerin gündeminde olmayan ve Libya savaşı protestosundan sonra “peşinde olacağız denilen üsler”** unutulmuşsa gündemi faşistler belirler. Üsler konusunda sosyalistlerin önünde ciddi bir görev vardır ve sürdürülmesi gereken mücadele savaştan savaşa hatırlanan değil, programatik bir süreçtir.
Kıbrıs’taki Üslerin Britanya işçi sınıfına yıllık maliyeti olan 330 Milyon Euro’yu da göz önünde bulundurursak, bu depresyon döneminde, sermaye birikiminin mas edilmesi olarak karşımıza çıkan militarizmin bu iki kalesinin düşürülmesi sınıf mücadelesinin ta kendisidir. Kuzey Kıbrıs’ta Belediye Emekçileri’nde gördüğümüz yeniden yükselme eğilimi olan sınıf mücadelesinin sendikal bürokrasinin sektörel baza indirgenmiş minimal yaklaşım ve taleplerinden fazlasına, yani 2011’in tamamını kapsayan sınıf taarruzuna verilecek bir cevap olması şarttır. ABD’de Wisconsin’de devrimci sınıfın dönüşünden sonra Tahrir’den esinlenerek “işgal-hareketi” dönüşen “öfkeliler”, Kıbrıs’taki “ölü bölge”ye (Buffer Zone) sıçramışlardır: %99-%1 ayrışması daha da keskinleşecek. Yeter ki tek derdimiz Kıbrıs’a daha fazla askeri üs kurmak isteyen müzakerelerin düğümlenmesi olmasın…

*AKEL konusunda Kıbrıs’ta 2. Sayısını çıkardığımız “Sınıf Bilinci” dergisinde Christos Mais’in kısa AKEL değerlendirmesine bakılabilir.
**http://enternasyonalistdayanisma.blogspot.com/2011/03/libya-ile-dayansma-ve-eylem-bildirisi.html