Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]

Bundan sonra "Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]" ismi ile http://uluslararasisinifmucadelesi.blogspot.de/ sayfasındayız.

14 Nisan 2012 Cumartesi

POLİS ŞİDDETİNE KARŞI EYLEM YAPILDI


Ara Bölge’de 5 aydır süren işgal eylemi, Kıbrıs’ın mücadele tarihinde önemli bir deneyim ve kayıtsız kalınmaması gereken bir direnişe dönüşmekte…

6 Nisan Cuma akşamı AraBölgeyi İşgal Et (Occupy the BufferZone) Hareketi’nin işgalindeki mekânın polisler tarafından baskına uğraması sonucu, 28 kişinin tutuklanması ve yaşanan polis şiddetini protesto amacıyla 12 Nisan Perşembe akşamı Lefkoşa’nın güneyinde bir eylem ve yürüyüş gerçekleştirildi.

Kıbrıs'ın güneyindeki liseli öğrenci grubu Skapoula’nın çağrısıyla toplanan eylem, Eleftheria meydanından başlayarak Makarios caddesi, Baf Kapısı Polis Karakolu ve Lidra sokağı rotasında sloganlarla yürüdü. Lefkoşa’nın kuzeyinden gelenlerle birlikte yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemi az sayıda polis uzaktan izledi, yolları kesip trafiği durduran gruba yaklaşmamaya adeta özen gösterdi. Çoğunlukla gençlerden oluşan eylemciler 2 saati aşkın bir süre boyunca kararlılık, coşku ve enerji ile sokakları dolaştılar, sık sık anti-kapitalist ve polis karşıtı sloganlar atıldı. Türkçe atılan “İsyan, Devrim, Özgürlük!” sloganı da yürüyüşün popüler sloganlarından oldu. Yürüyüş, Ara Bölge’deki işgal eyleminin olduğu yerde son buldu.


15 Nisan’da eylemlerinin 5. ayını kutlamaya hazırlanan Hareket, bu çerçevede Pazar akşamı 8’de, Polonya’dan eyleme katılan iki aktivistin çektikleri işgal eylemini anlatan belgeseli Ara Bölge’de halka açık olarak göstermeyi planlıyor.

AraBölgeyi İşgal Et Eylemcileri

(Occupy the Buffer Zone Hareketi)


*6 Nisan'daki polis operasyonuna karşı, 12 Nisan'da Lefkoşa'da yapılan yürüyüş. Pankartta "Biz Kıbrıslı gençlerin çiçeğiyiz. Bizi koparamazsınız!" yazar. "Koparmak" kelimesindeki MMAD da Çevik Kuvvet'in adıdır.


12 Nisan 2012 Perşembe

4th of March 2012 Ankara – Congress for Cyprus Report




The congress presents the following report, which includes the points that a consensus was reached, to the workers and toilers of Turkey and Cyprus.

  1. North Cyprus and Kurdish region, despite of their significant differences, share a common feature: they are both colonies of the Republic of Turkey

  2. Turkish nationalism, which is a product of the development of capitalism in Turkey, “Turkification” of the capital and the consolidation of the bourgeoisie’s power, is the chief reason of the attacks on the peoples of the region and the main obstacle between the liberation of North Cyprus and Kurds.

  3. In the oppression of Kurds and North Cyprus, American and British imperialism plays a major role and the fight for liberation includes the fight against imperialism

  4. The mass strife of the Kurdish people for liberation is one that all workers and toilers should support

  5. Liberation of Cyprus from the colonial rule of Turkey and from imperialism in overall, requires the common struggle of the two communities and the support of the international working class and the working classes of Turkey and Greece in particular.

  6. As the 5 points above states, our congress puts forward an independent class policy which aims liberation independent from EU, USA and any other imperialist state. The only way to do this is internationalist socialism.

  7. According to these principals, our next aim is to organise a congress in the Kurdish region.


Suriye Devrimine Müdahale Olasılığı ve Ardındaki Hesaplar

9 Nisan 2012 günü, Suriye’de bir yıldan beri devam eden iç savaş sınırı geçip Türkiye’ye, Kilis yakınlarındaki mülteci kampına sıçradı. 5 kişinin yaralandığı olayı Erdoğan sınır ihlali olarak gördüklerini ve gerekenin yapılacağını açıkladı. Mülteci kamplarında, geçtiğimiz yıl Mayıs ayında çatışmalardan kaçan sivil Suriyeliler kalmaktaydı. 1 yıldır T.C burjuvazinin ve onun siyasi iktidarının çeşitli gazetelerinin yaptığı savaş çağrıları, Erdoğan’ın Annan’ın planına ilk günden beri gösterdiği şüpheci yaklaşımı bu olayın AKP tarafından bir casus belli1 olarak kullanılabileceği ve iktidarın bilinçaltında var olan savaş arzusuna kavuşabileceği ihtimali hiç olmadığı kadar yakın. Bu yazı AKP iktidarının ve T.C burjuvazinin böyle savaşı neden isteyebileceğinin kısa bir tahlilini sunmaya çalışmaktadır. Şu da belirtilmelidir ki, yazı savaşın kokusunu burunlara çok keskin geldiği bir tarihte ve çok yaygın bir bilgi kirliliği ortamında yazılmaktadır.

Öncelikle AKP iktidarının karakterinin önümüzdeki günlerde yapabileceği saldırgan hareketlere zaten uygun olduğu belirtilmelidir. Mart ayında Newroz’un kutlamalarına açılan savaştan tutun, KESK eylemlerine yapılan saldırılar ve bundan önce Egemen Bağış’ın sözleriyle gözler önüne serilen T.C.-A.B. zıtlaşması iç ve dış şovenizmin, anti-demokratik uygulamaların ve bölgesel güç olma arayışının bugünkü Türkiye’ye yabancı olmadığının kanıtıdır. Bu unsurlar arasındaki en can alıcı nokta olan uluslararası güç arayışı, Suriye savaşının çıkarılma sebepleri arasında en ön sırada olacaktır. Emperyalizmin icazeti ile yapılacak olan müdahale, bölgesel hegemonya arayışı içinde olan T.C.’ye bu amacında yardım etmekle kalmayıp iktidarın Batı nezdinde elini güçlendirecektir.

Ayrıca böyle bir müdahalenin Kürt hareketine aba altından sopa göstermek anlamına geleceğinin vurgulanması da gerekmektedir. Bu yönüyle aslında bugünkü siyasi konjonktür, 2003’te Irak savaşı öncesinde yaşanan “Asker gönderme ya da göndermeme” tartışmalarına benzemektedir. O dönemde de iktidar yanlısı çevrelerin dile getirdiği “Kürt tehlikesi”, bugün de, yönetenlerin gözünde, vardır2. Suriye’ye müdahale, Gramsci’nin manevra ve pozisyon savaşlarının iç politik sahadaki etkilerini bize hatırlatmaktadır. Bir yıldır süren, ekonomik ve siyasi yaptırımlarla vücut bulan manevra savaşı, doğrudan askeri bir müdahaleye yani bir pozisyon savaşına dönüşünce, devlet “her türlü siyasi ve idari aracı kullanarak, muhaliflere karşı saldırganlığı ele alacak ve iç parçalanmayı imkansızlaştıracak daha “müdahaleci” bir hükümet ve görülmemiş bir hegemonya yoğunlaşmasına”3 ihtiyaç duyar. Türkiye’de iktidara en etkili ve en kapsamlı muhalefeti gösteren unsurun Kürt hareketi olduğu göz önünde bulundurulursa, iktidar ve devlet yıllardan beri gerçekleştirmeye çalıştığı Kürt hareketini söndürme projesini doğrudan olmayan bir askeri müdahale ile destekleme fırsatını değerlendireceğini söylemek çok hayalperest kaçmaz.

Olası savaşa tarihsel bir açıdan bakılırsa AKP hükümetinin savaş istemesinin başka bir sebebi ortaya çıkar. 10 yıllık siyasi iktidarı ve İslamcı burjuvazinin yükselen hegemonyasını taçlandıracak “kısa, tatlı bir zafer” AKP iktidarının ağzının sularını akıtacak derecede çekicidir. İnsani müdahale kisvesi altına bürünmüş ve “sınır ihlalleri” ile haklı gösterilmiş, rejimi değiştirmeyi ve devrimi pasifleştirmeyi hedefleyen sınırlı bir savaş, hangi açıdan bakılırsa bakılsın İslamcı kesimlerin tarihe iktidarlarını not düşmesi açısından önemlidir. Aynen İngiltere’de Thatcher’ın Falkland Savaşı’nın ve zaferinin 30 yıl sonra bugün bile muhafazakar ve kolonicilik özlemi duyan çevrelerde uyandırdığı romantizmin bir benzerini, Türkiye’nin Erdoğan’ı kendi İslamcı ve yeni-Osmanlıcı çevrelerine armağan etme fırsatını geri çevirmeyecektir. Nitekim Annan’ın öngördüğü ateşkes ve geçiş planına ilk günden beri gösterdiği soğuk yaklaşım ve 9 Nisan günü gerçekleşen olayların hemen ardından Dışişleri Bakan yardımcısı Naci Koru’nun planı “kadük oldu”4 diye nitelendirmesi bu hevesin açığa vurulmasıdır.

Şimdiye kadar Suriye müdahalesinde Türkiye’nin ne açıdan ilgisi olabileceğini tartıştık ancak şu da belirtilmelidir ki Türkiye, her ne kadar ana özne olacak olsa da bu olayın baş mimarı olacak konumda değildir. Yapılacak müdahale mutlaka Libya’da olduğu gibi bir koalisyon tarafından gözlemlenecek ve asıl amaç Suriye’yi emperyalizmin istediği çizgiye getirmek olacaktır. Şundan emin olunabilinir ki, olası savaşta TSK Suriye sınırını geçerken ona hava desteğini Ağrotur ve Dikelya’dan5 kalkan İngiliz uçakları verecektir. Bu da bize olası savaşta verilmesi gereken tepkinin enternasyonalist ve sunulması gereken alternatifin sosyalist olması gerektiğini gösterir. Bu ne Esad’ı anti-emperyalistmiş gibi idealize ederek ne de Özgür Suriye Ordusu gibi emperyalizmden medet uman gruplara Esad’a karşı destek vermekten geçer. Şu anda Türkiye’de ve aslında tüm dünyada, Solun seçmeye zorlandığı “anti-emperyalist Esad” ve “liberal ve demokratik Suriye” seçenekleri aynen Kıbrıs’ta solun AB-Türkiye çelişkisinde AB’yi seçmesine benzemektedir. Biz ise Devrimci Marksistler olarak, aynen Kıbrıs’ta önerdiğimiz gibi üçüncü bir seçenek yaratılmasını öneriyoruz ki bu seçenek, gücünü işçi ve emekçi kitlelerden alan bir birleşik cephedir. Olası savaş var olan çelişkileri daha da keskinleştirecek ve seçeneklerden birini seçme gerekliliğini artık ertelenemez bir safhaya getirecektir. Seçenekler arasındaki fark, Suriye’nin emperyalizmin boyunduruğu altına girerek devrimci ivmenin kaybedilmesi ya da sosyalist Ortadoğu federasyonuna giden yolda ilerleme kaydedilmesidir.


Sinan Baflı

Enternasyonalist Dayanışma

1 Savaş nedeni

2 O günün daha kapsamlı bir analizi için Sungur Savran’ın 13 Ekim 2003 tarihli “30-40 bin asker de yetmez!” başlıklı yazısına bakınız.

3 Gramsci, Selections from the Prison Notebooks(1971) p.238

4 www.trtturk.com.trDIŞİŞLERİ: SURİYE İLE YENİ DÖNEM BAŞLAYACAK”

5 Kıbrıs’taki iki İngiliz üssünün adları


7 Nisan 2012 Cumartesi

Kıbrıs’ta Occupy Zone’a Polis Saldırdı: 24 tutuklu ve 1 yaralı var!

Kıbrıs’ta 5 ayı aşkın bir süredir süren Occupy eylemleri ve 4 ayı aşkındır süren işgale polis müdahale etti. Lefkoşa’ya dikenli tellerin Britanya askerleri tarafından ilk çekildiği yer olan Lokmacı Kapısı, 40 metre içerisinde Türk ve Rum polis barikatlarının yanında BM askerinin bulunduğu bir “sınır” karakoluydu. Hatta Büyükanıt’ın Genelkurmay başkanlığı döneminde TC’nin “kırmızı çizgisi” haline gelmiş ve akıl ermez bir şekilde kırmızı çizgisini çiğnetmemek için düz yola köprü yapmıştı Türk Ordusu. Sonradan da o köprü, TC’nin devlet krizine dönüşmüştü ve yıkılmıştı! İşte aylardır süren, “sınırsız bir Kıbrıs için sınırı işgal et” eylemi “kırmızı çizgileri” çiğnemekteydi!
Arap devrimi ile Tahrir meydanında başlayan, Yunanistan’da Sintagma Meydanı’na, İspanya’da Puerto del Sol’a karşılık gelen, ABD’de Wall Street işgali ile taçlanan, hatta İsrail’de Tahrir’i öncü alan eylemlere karşılık gelen %99 Occupy Hareketi’nin Kıbrıs’taki karşılığı da Lokmacı Kapısı’dır! Uluslararası harekete ek olarak Kıbrıs’taki talep coğrafidir de: Kıbrıs’ın silahsızlanması ve birleşmesi!
Sınır üzerinde yaşam alanı oluşturan Türk ve Rum Kıbrıslılar, kütüphanesinden “cafe”sine, canlı müzikten tartışmalara seminerlere, film gösterimlerine kadar dayatılanın dışında bir yaşam alanı kurdular Ölü Bölge’de. %99-%1 ayrışmasındaki sınıf bilici ile Kıbrıslılık bilincinin birleşmesi sonucu ortaya Kıbrıs’ın alışık olmadığı içi dolu çadırlarla kültürel yeniden üretim çıktı.
Occupy hareketine müdahaleler şöyle başladı:
Daha önce Türk Ordusu kime ait olduğu tartışmalı bir alanda -yani Kuzey mi Güney mi olduğu “kestirilemeyen” alanda - duran jeneratöre Türk polisi ve BM görevlilerinin desteğiyle el koydu. Ayrıca askerliği sırasınca tanık olduğu şiddet olaylarını gazetede yayınladığı için tutuklanıp yargılanan Halil Karapaşaoğulları ile dayanışma pankartı asıldı Occupy Zone’a ve bu pankartı da BM askerleri indirdi. Bu BM’nin ilk uygulaması değildi: Geçen yıl da 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde “İsyanımız İşgale!” pankartını indirtmişti BM. Kısacası BM işgale ve işgalci Türk Devleti’ne hep iltimas geçiyor! Occupy Zone’da Polislerin zaman zaman sözlü tacizleri oldu. Kykkos Manastırı’ndan bir yetkili gelerek işgal edilen binanın tahliyesini istedi.(İşgal edilen bina Kilise malıdır.) BM askerleri de birkaç kez gelip tahliye kararını bildiren bir belge getirdiler. Tahliye edilmediği takdirde müdahale edeceklerini bildirdiler. Ve müdahaleyi Rum polisi Uyuşturucu Operasyonu adı altında gerçekleştirdi…
Haberlere göre:
22 tutuklunun ve yaralıların olduğu bu saldırı sırasında Türk polisi kuzeyde “güvenlik önlemleri” alırken, ortalıkta BM yetkilisi ve askeri yoktu. Bu kayda değer bir bilgi olarak not edilmeli. İlke etapta Kilise’den gelen bir şikayet üzerine operasyon yapıldığı iddia edilse de Kilise bunu yalanladı. Polis ise Uyuşturucu operasyonu yaptığını iddia etti. Cuma saat 00.00 itibarı ile 15-45 yaş grubundaki eylemciler grup grup götürüldüler. 1 kişinin de sedye ile götürüldüğü bildirildi. Polisin bir süre sınırdan geçişleri kapadığı bildirildi. Herşey olup bittikten sonra bölgeye gelen 2 BM görevlisi protesto edildi. Ayrıca bu süre zarfında polis dışarıdan desteğe gelen gruba da saldırdı.
Eylemden gelen bilgilere göre:
Saat 20.30 gibi sivil polisler toplandılar. İstasyonun içinde giyindikleri tahmin ediliyor. Çevik Kuvvet olarak müdahale eden polis karakolun duvarını yıkıp binanın içine girerken, önden de gelerek kapıyı kapattılar. İçerde olan 22 kişi tutuklandı, ayrıca dışarıdan da 2 kişi arbede sırasında tutuklandı. Polis içeriyi dağıttığı sırada içerden çığlıklar yükseliyordu. İçerde herkes dayak yedi! Kapıları kapadıktan sonra kapılar açılmasın diye kapılara tel örgüler atan polis, 1 kişiyi de 2. kattan itti. O yaralı sedyeyle çıkarıldı. Dayanışma için dışarıda toplanan kalabalığa da polis saldırdı. Tutuklananların hemen hemen hepsi 18 yaşından küçüktü. Polis binada her şeye el koydu. Daha sonra özel eşyaların alınmasına izin verdi. Sonrasında da özel eşyalar dışında her şeyin içerde kalacağını bildirdi. Operasyondan sonra kapı kilidini değiştiler. Tüm bunlar yaşandıktan sonra “iyi polisi” oynayan Türk sivil polisler geldi; bunu gerekçe gösteren BM, Kıbrıslıların BM, Türk askeri ve polis müdahaleleri dışında barış içinde yaşadıkları bu mekânda “Türk-Rum kavgası çıkması ihtimali”ne karşı dışarıda kalan kitleyi kuzey-güney olarak polis yardımıyla böldü. Güneyde kalan kitlenin kuzeye geçmesine izin verilirken, BM eylemcilerin geceyi güneyde sokakta geçirmesine izin vermedi. Polisin ilk gerekçe gösterdiği gibi Kilise’nin herhangi bir şikayeti yoktu. Kilise’den yetkililerle görüşen eylemciler böyle bir şikayet olmadığını bildirdi. Ayrıca BM yetkilileri Kıbrıs Cumhuriyeti polisinin böyle bir operasyon bilgisinin olup olmadığı yönündeki soruyu cevapsız bıraktı. Sonuç olarak 24 tutuklu (ancak 24 saat gözaltında tutulabilirler) ve 1 yaralı ile Occupy Zone’un kapısına kilit vuruldu!
Burjuvazinin, “Egemenlik olağanüstü hâl ilan edebilme hakkıdır”, ilkesinden yola çıkarak Rum, Türk ve Kıbrıs üzerinde emperyalist hegemonya sahibi bütün egemenlerin “olağan üstü hâl” ilan etme haklarını kullanarak Kıbrıslıların bir arada mücadele edebileceği örneğine yaptıkları bu saldırı Türk tarafının tırmandırdığı şovenizmin tamamlayıcısı oldu. Polis şiddeti ile AKP döneminde TC burjuvazisinin sınıf taarruzu ile paralel olarak tanışan ve 19 Temmuz’da Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında meydan dayağından geçirilen eylemciler bu kez BM denetiminde polis şiddeti ile tanıştılar. Portekiz’de diktatörlük zamanından beri ilk kez şiddetle geçenlerdeki son genel grevde tanışan eylemcilere karşı depresyon yorgunu AB burjuvazisi olağan üstü hâl ilan ederek egemenliğini koruma çabasında iken, Kıbrıs Cumhuriyeti egemenleri de kendi “olağan üstü hâllerini” BM yardımı ile ilan etmiştir!
%99 ve %1 ayrımının sınıfsal kutuplaşma ve sınıf mücadelesine dahil olduğu çok açık. Programatik bir kaygısının olmamasına karşı Kıbrıs insanına da ilham veren bu hareket dünyanın her yerinde polis şiddeti ile karşılandı. Kıbrıs’ta ise durum BM ile 2 polis teşkilatının ortak çalışması sonucu Occupy hareketinin tasfiyesine dönüştü. Kıbrıs’taki durum o kadar açık gösteriyor ki bir tarafta BM, AB, ABD ve Britanya’nın, diğer tarafta da TC/KKTC ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rahatsızlığını görünür kılan, BM’nin gereksizliğini ve Kıbrıs’a verdiği zararın ispatı olan bu Hareket, kuzeyde grev çadırları kurup içini boş bırakan, önüne de “burada grev var, direniş var” yazan sendikal bürokrasiye “çadır”ın ve “işgal”in nasıl yapılması gerektiğini de öğretmektedir. Occupy Zone’da belki işgal komiteleri yoktu ama işgal vardı, belki programatik mücadele yoktu ama mücadele de talepler de vardı. En nihayetinde Occupy hareketi gösterdi ki uluslararası güçler/kamuoyu değil enternasyonalist dayanışma, yani işçilerin ve tüm ezilenlerin, yani %99’un birliği bir zorunluluktur!
Occupy hareketi ve ona saldıranlar göstermiştir ki, Kıbrıs’ta barış sendikal bürokrasinin, sol liberalizmin, CTP’nin, TDP’nin ve diğerlerinin ağızlarına sakız ettiği “BM parametreleri doğrultusunda AB çatısı altında, iki bölgeli iki toplumlu… ” olmayacak! Tam aksine Kıbrıs’ta barış, BM parametreleri DIŞINDA, Kıbrıslıların belirlediği parametrelerde ordularla dalga geçercesine Britanya’nın ve diğerlerinin çektiği dikenli telleri ihlal ederek olacaktır! %99’un sınıf öfkesi ile Kıbrıslılığın birleşmesi ile olacaktır! Arap devriminden öğrenen Güney Avrupa’daki, ABD’deki ve İsrail’deki eylemciler de dahil olmak üzere işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin enternasyonal örgütlenmesi ile olacaktır!


Aziz Şah - Enternasyonalist Dayanışma