Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]

Bundan sonra "Yeni İnsan-Neos Anthropos [Devrimci Marksist Fraksiyon]" ismi ile http://uluslararasisinifmucadelesi.blogspot.de/ sayfasındayız.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Kıbrıs’ın işgalinin 38. Yıldönümü: Egemen blok’ta “Yama” töreni

Aziz Şah - Enternasyonalist Dayanışma

Altı ayı aşkındır süren Lefkoşa Belediyesi krizinden beridir biliyoruz ki Kıbrıs’ın işgal altındaki coğrafyasındaki egemen bloğun en eski aktörü olan Ulusal Birlik Partisi’nde (UBP) bir “iç mücadele” sürüyor. Daha önce Gerçek’in web sayfasında yazdığımız “Organik krizin karşısına Lefkoşa Belediyesi’nin kurduğu barikat” ve “Kıbrıs: bankalar ve tefeciler arasına sıkışmış coğrafya” yazılarında da dile getirdiğimiz bu süreç, beklenen müdahaleyi doğurdu. “Sömürgeci el” ortaya çıktı.

UBP içerisinde süren mücadelenin tarafları TC bankalarının ve yerli ajan sınıfın radikal kesiminin parti içerisindeki temsilcileri. Bankaları, Maliye Bakanı ve Başbakan çevresindeki klik temsil ederken, radikalleşen ajan-burjuvaziyi belediye başkanları ve Cumhurbaşkanı çevresindeki klik temsil ediyor. Burada bir parantez açarak ajan-burjuvazinin Kıbrıs üzerine daha önce yazdığımız yazılarda da belirttiğimiz, bağımsız hareket olanakları olmayan, sömürgedeki burjuvazinin bütününü kapsadığını belirtmek durumundayız. Ajan-burjuvazideki diğer bir vurgu sömürgeci burjuvaziden bağımsız tavır alamamasından kaynaklıdır. Tefeci kesim ise Kıbrıs koşullarında istem dışı olarak radikalleşerek bankalar karşısında kendi çıkarlarını sağlama almak zorunda kalmıştır.

Bu kamplaşma parti içerisinde bir “kurultay ihtiyacı” doğurdu. Daha önce laf ola beri gele “demokratiklik göstergesi” olarak çıkan ikinci adaylar bu kez mücadele sonucunda çıktı. Emperyalizm çağında bankalar karşısında tefeci burjuvazi ne kadar da radikalleşse hiçbir şansı yoktur. Tefeci burjuvazinin yeniden öne çıkması ve radikalleşmesi Kıbrıs’taki eşitsiz gelişmenin bir sonucu. Ama bankaların verdiği mücadele “sermayenin merkezileşmesi” eğiliminden başka bir şey değil. Ajan sınıfın radikalleşmesi ise ekonomik depresyona bağlı gelişti. Hem KKTC’nin yasa dışılığından hem de AB’nin Türk Kıbrıslılar için ayırdığı fonlardan faydalanan bu kesim toplumun direncini kırdığı oranda bankalar karşısında güçlendi. Bu sebepten bankalar ve tefeciler arasındaki eşitsizliğe rağmen parti içerisindeki kesimler yenişemedi: Her zamanki gibi TC yetkililerinin müdahalesi zorunlu bir hal aldı!

Şimdiki UBP başkanı ve başbakan İrsen Küçük karşısına aday çıkan Ahmet Kaşif önce TC elçiliğine çağrılarak tehdit edildi, TC elçisi Halil İbrahim Akça’nın üst üste tehditlerinin fayda etmemesinden sonra, Kıbrıs işlerinden sorumlu devlet bakanı, yani sömürge bakanı Beşir Atalay, Ahmet Kaşif’in adaylıktan çekilmemesi halinde oğluna verilen Vakıflar İdaresi projesini iptal etmekle tehdit etti. Bu durum Kıbrıs’ın yakın tarihindeki son “adaylıktan çekil” müdahalesidir. İlk değil. Daha önce Hakim Zeka Bey, Ahmet Berberoğlu, Dr. Küçük, Derviş Eroğlu çeşitli dönemlerde TC elçiliğine çağrılarak adaylıktan çektirildi. Derviş Eroğlu’nun Denktaş karşısında Cumhurbaşkanlığı adaylığından çektirilmesini “Ergenekon davası”na bağlayan AKP, şimdi de Küçük karşısında benzer baskıyı Kaşif’e* yapıyor. Ne de olsa devlette devamlılık esastır!

Egemen Blok’ta İki Sınıf Fraksiyonunun İç Mücadelesi

Sağın bütün kalemşörleri UBP içerisindeki çatlağa ya da “iç mücadele”ye dair bir şeyler yazdı. Bakanlar kurulu kararı ile 90 gün görevinden uzaklaştırılan Cemal Bulutoğulları’na kâh “mağdur” sempatisi besleyerek, kâh Bulutoğulları’nı yaşanan ekonomik krizin tek “kötü yöneticisi” ilan ederek süreci dillendirdiler. Ama parti içerisinde ortaya çıkan iki klik arasındaki “sınıf mücadelesi”ni dile getirmek bizim işimiz. Ortada belli safların kamplaşması dışında sürecin belirleyici unsuru olabilecek bir “politik iç savaş” Lefkoşa Belediyesi dışında yok. Lefkoşa Belediyesindeki “iç savaş” durumu da Belediye’ye el konarak bitirildi. Kaldı ki aksi zaten düşünülemez. Sömürgeci güç böyle bir duruma asla izin vermez. Politik “iç savaş” Lefkoşa Belediyesi’ndeki sınırlarının dışına çıkmadan söndürüldü. Ama hatırlamakta fayda var: Tefeci sermaye yok olmadığı sürece burjuvazinin iki sınıf fraksiyonu arasında mücadele sürecek.

Bu çatlağın yamanmasından sonra da başbakan Küçük’ün sanki de bütün bu kamplaşmalar olmamış gibi “Cemal Bulutoğulları’nın dönüşü muhteşem olacak! 90 gün tamamlanmadan Başkan geri dönecek…” açıklamasını 20 Temmuz törenlerinden hemen önce yapması ile birlikte başbakanın, belediye başkanları ile toplantı yapması ve kurultay öncesinde “parti ruhu”nu bu toparlama çabası, 20 Temmuz’un hemen öncesinde Beşir Atalay’ın “sömürgeci eli”nin müdahalesinden önceki zaman dilimine denk gelmesi ve Cemal Bulutoğulları’nın kurultayda başbakanı destekleyeceğini açıklaması, karşılıklı restleşmelerin yerini sözde “uzlaşma”nın alması, “sağın içerden gazetesi” olan faşist yayın organı Volkan’ı bile öfkelendirdi. UBP içerisindeki bu “yumuşama” görüntüsünün Volkan’ı öfkelendirmesinin tek bir sebebi olabilir. Bu “yama”nın AKP baskısı ile olması. Bu durum Volkan’a “Tam bir Karagözlük” dedirtti. Yoksa egemen bloğun “parti ruhu”nu yeniden sağlaması neden bir tepkiye sebep olsun! Volkan’ın AKP’ye olan bu mesafesinin Türkiyeli okur için anlaşılması açısından açmak önemli. Volkan, AKP karşısında “Denktaş Cephesi”nin yani askerin gazetesidir.

“Ustası”ndan öğrenen sömürge bürokratı tiyatroyu kapatır!

Nasıl ki Marx, “İnsana dair olan hiçbir şey bana yabancı değildir” der, sanat da insana dair olandır ve krizin faturası belediye tiyatrosuna kesilmek isteniyor. Tiyatrocular ise yönetimin kültür-sanata değer vermediğinden yakınıyor. İşin trajedisi, kimse “anlatılan senin hikâyendir” sözünden bir şey öğrenmemiş, belediye işçisine değer vermeyenin kültüre ve sanata değer vermesini beklemiş. Ulaşımdan eğitime, iletişime, elektriğe, gıdaya bütün sektörlerde “insana dair olan” hiçbir şey bırakmayan sınıf taarruzu tiyatroya dayanmış. Aslında sanatçılar açısından acı olan şudur ki bıçak kendi kemiklerine dayanana kadar beklediler, Lefkoşa Kaymakamı “Sanat kimin umurunda” dediği zaman bıçağın nereye vardığını anladılar. Kıbrıs açısından esas vurgulanması gereken nokta, Kıbrıs’taki bürokratın Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de tiyatrolar üzerine söylediklerinin taklidini yapması, “Ustası”ndan öğrendiğini satmasıdır. Hatta “boynuz kulağı geçer” dedirtmek için çabalamaktadır Lefkoşa Kaymakamı!

Lefkoşa belediye başkanı Bulutoğulları, Lefkoşa kaymakamı Kemal Deniz Dana'yı eleştirdi: “Senin tiyatro ile işin ne? Sen önce çöpleri topla. Ara sokaklarda çöpler duruyor. Herkes bugün doğruları bulacaktır. Yakında geliyorum, herşeyi düzelteceğim. Belediyede olanlar ortadır, belediye ne battı ne çıktı. Belediye sadece ekonomik krizden payını almıştır.” sözü de aslında uzun bir süredir tiyatro inşası projesini hayata geçirmeye çalışan Bulutoğulları’nın Kaymakam’a tepkisidir. Belediyede yaşanan krizin, ekonomik krizin bir parçası olduğunu dile getirmesi de egemen bloğun diğer yöneticilerinden farklı bir konumda olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçek’te daha önce yazdığımız “Kıbrıs: bankalar ve tefeciler arasına sıkışmış coğrafya” yazısında da belirttiğimiz, Lefkoşa Belediyesi’ndeki krizin inşaat sektöründeki iflasa paralel geliştiğinin başka türlü bir söylenişidir.

Kıbrıs’ın işgal altındaki coğrafyasının süreklilik gösteren tek düzenli sanat kurumu olan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun kapatılması ihtimalinin dile getirilmesi bile TC sömürgeciliğinin Kıbrıslılara dayattığı koşulların vardığı son noktayı gösteriyor. Elektrik, iletişim, eğitim, ulaşım, gıda vb. özelleştirmelerden sonra Belediye Tiyatrosunun, Orkestrasının ve Türk Sanat Müziği Korosu’nun da geleceği sömürgeci burjuvazinin ve onun hizmetkârlarının iki dudağı arasında.

Tayyip, ordunu da, sömürgeci burjuvazini de al git! **


Geçen yıl Tayyip Erdoğan’ın 19 Temmuz’da Kıbrıs’a ayak bastığı gün THY’ye ilkel birikim olan Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın grev çadırı önünde Tayyip’in Kıbrıs’a gelişini protesto eden eylemciler hiç beklemedikleri bir şiddetle karşılaştılar. 2011’in 19 Temmuz’u eylemcilerin baskı altına alınması açısından bir dönüm noktasıydı. Bu bir yılda sınıf taarruzu derinleşti, kendi içerisinde sınıf mücadelesinin yeni eğilimleri ortaya çıktı. Bankalar diktatörlüğü gözle görülür bir hal alırken, belediyeleri bir bir etkisi altına alan borç krizi başkentte altı aya yayılan bir işçi mücadelesine kadar genişledi. Yerli burjuvazi içerisinde radikalleşen bir fraksiyon varlığını sürdürmek için her türlü sermaye birikimi olanağına yöneldi. Yeni özelleştirmeler gündeme gelirken, 2011’in Mart’ında herhangi bir özelleştirme yasası mecliste dahi görüşülürse süresiz genel greve gideceğiz diyen Sendikal Platform’un kayda değer bir karşı sınıf mücadelesi olmadı. Bırakın herhangi bir yasanın mecliste görüşülmesini, genel özelleştirme yasası meclisten geçti. Geçen yılın 19 Temmuz’u “şiddet”i öğrenmek açısından bir ders idiyse de bu yıl gündemin sınıf mücadelesi olması gerekti. Oysa 19 Temmuz’da “biz geçen yıl burada şiddet gördük” anması yapıldı. Halbuki bu yıl belediye işçileri polisle “göze göz, dişe diş, sınıfa karşı sınıf” şiarını yaşayarak barikatlarda çatıştılar, belediyeyi sembolik de olsa işgal ettiler ve belediye başkanını belediyeye sokmamakta ısrarcılar.

Geçen yıl kendi kendini Kıbrıs’ın “ev sahibi” ilan eden Tayyip Erdoğan yerini bu yıl sömürge bakanı Beşir Atalay’a bıraktı. Neo-liberal, müdahaleci, maneviyatçı, ‘et ve tırnak’çı, hamasi, işgalci ve sömürgeci Beşir Atalay’dı bu yıl; Tayyip’in yerine “ev sahibi”. Kıbrıslıların gelecekten en çok korktuğu zamanlarda Kıbrıslılara gelecek kaygınız olmasın diye salık verdi. KKTC’nin ekonomide Güney Kıbrıs’ı geçeceğini iddia etti. KKTC’nin ekonomisini planladı. Üniversite “sektörünü” övdü. Körler sağırlar birbirini ağırlar hesabı konuştu durdu. Da Kıbrıs’a gelmeden, kuru sıkı vaatlerde bulunmadan, kendinden önceki sömürge bakanı Cemil Çiçek’e soraydı, “KKTC’nin batmış olduğunu” öğrenirdi. Beşir Atalay da, Tayyip Erdoğan ve Cemil Çiçek gibi “beslemeler” derdi, “gâvur” derdi, küstâh sömürgeci bir dil kuşanırdı, 10. 000 lira maaş alıyorsunuz diye homurdanırdı! Oysa Atalay, en maneviyatçı pijamalarını giydi ve yatıya geldi Kıbrıs’a…

Sizin yatacak yeriniz yok bayım Kıbrıs’ta. Sömürgeci burjuvazini de ordunu da al git!

*Yazı yazılırken Ahmet Kaşif’in kalp krizi geçirdiği haberini aldık!

** Geçen yılki ziyaret üzerine: http://www.gercekgazetesi.net/index.php/yazlar/uluslararasi/item/705-tayyip-ordunu-da-s%C3%B6m%C3%BCrgeci-burjuvazini-de-al-git

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder