4 Mart 2012 günü, Ankara’da, Kıbrıs Kongresi düzenlendi. Kongre, Kıbrıs’tan, “Enternasyonal Dayanışma Kıbrıs”, “Kıbrıslı Gençlik Platformu”, “Aktivist Düşünce Topluluğu” tarafından düzenlendi. Türkiye’dense, Kongreyi düzenleyenler arasında “Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi” ve “AKA-DER vardı.
Temel konu, “Kıbrıs’ın sömürgeleştirilmesi, uluslar arası durum ve enternasyonalist perspektif”di. Kürdistan’la ilişki kuruluyordu. Kıbrıslı devrimci arkadaşlar, Kıbrıs’ı dış sömürge, Kürdistan’ı iç sömürge olarak değerlendiriyorlardı. Bu yazıda, bu kongreye ilişkin bazı düşüncelerimi belirtmeye çalışacağım.
2011 yılı sonlarında, Sungur Savran, bana, Kıbrıslı devrimcilerin, Ankara’da bir kongre düzenlemek istediklerini, bu arkadaşların Kıbrıs’ı Türkiye’nin sömürgesi olarak değerlendirdiklerini, Kıbrıs’ı ve Kürdistan’ı bir arada ele alıp karşılaştırmak istediklerini, benim de kongreye katılıp katılamayacağını sormuştu. Sungur’la bu konuda biraz sohbet ettikten sonra, katılacağımı belirttim.
O günden sonra, Kürdler, Kürdistan konusunun Kıbrıslı devrimcilerin bilincine nasıl çarptığını hep merak etmeye başladım. Bu, kişi olarak beklemediğim bir konuydu. Zira Kıbrıslı tanıdıklarımın, Kürdler/Kürdistan sorununun bilinçlerine çarptığına tanık olmamıştım, 4 Mart 2012 tarihinde Ankara’da düzenlenen bu kongreyi de ilgiyle izledim. Kongrede, Kürd Coğrafyası ve Kıbrıs konulu bir konuşma yaptım.
“Türkiye’nin çifte sömürgeciliği: Kürd coğrafyası ve Kıbrıs” oturumunda, Sırrı Süreyya Önder, Fikret Başkaya, Mahmut Konuk, İbrahim Akyol, Şaban İba konuştular, Bu oturumda, ben de hükümetin, Kürd/Kürdistan algısıyla, Kıbrıs algısı arasındaki derin farklar üzerinde konuştum. Bu oturumda, Güven Varoğlu, “Kıbrıs’ta sendikal mücadele”yi anlattı.
Kıbrıs Kongresi ’nde, “Devlet, Kıbrıs, Kürdler” başlıklı bir oturum vardı. Bu oturumda, Aziz Şah, Levent Dölek, Şiar Rişvanoğlu, Demir Çelik, dikkate değer konuşmalar yaptılar. Bu oturumda konuşan, Serkan Seymen’in tebliği, “Akdeniz’in Afrodit’i, batmayan uçak gemisi Kıbrıs’ın konumu” başlığını taşıyordu.
“Kıbrıs’ın ekonomi politiği-Talan ekonomisi başlıklı oturumda, Temel Demirer, Sait Çetinoğlu, Giorgos Katsanos, Celal Özakın, Ceren Göynüklü konuştular. Ceren Göynüklü’nün, tebliği, “Kürd sorununu Kıbrıs’ın Kuzeyine etkisi ve emek” başlıklıydı
“Uluslar arası durum: Akdeniz devrimci havzası ve Kıbrıs” oturumunda, Nikos Çiris, Sungur Savran ve Suphi Toprak konuştular. Suphi Toprak, “Kürd coğrafyası ve Kıbrıs tezleri” başlıklı bir tebliğ sundu.
Kıbrıslı arkadaşların konuşmalarında, örneğin, Rauf Denktaş’ın, Derviş Eroğlu’nun, Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıs, Kürd/Kürdistan algılamalarıyla bu arkadaşların algılamaları arasında çok büyük, çok derin farklar olduğu görülüyor. Kıbrıs konusunu, Türk basınında onu edenler ile bu arkadaşların duygular ve düşünceleri yine çok farklı. Rauf Denktaş, Derviş Eroğlu, Mehmet Ali Talat, onların Türk basındaki danışmanları, Kürdlerden Kürd/Kürdistan sorunundan söz etmemeye özen gösterirlerdi. Veya Kürd adını anmadan, “teröre karşıyız” diyerek, “Türkiye’nin terörle mücadelesi meşrudur.” diyerek genel bir şey söylerlerdi. Kıbrıs Kongresi’ni düzenleyen arkadaşların durumu ise çok farklı. Kürd/Kürdistan sorunu bu arkadaşların bilincinde epeyce yer bulmuş. Bu konularla ilgili bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Türk siyaset adamları, devlet ve hükümet yöneticileri, Kıbrıs için en azından bir konfederasyon talep etmektedirler. Aslında istenen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak tanınmasıdır. Türkiye, Birleşmiş Milletler’den, Avrupa Konseyi’nden, Avrupa Birliği’nden, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda, İslam Konferansı’ndan, Arap Birliği’nden, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinden, Avrazya örgütlerinden… hep bunu talep etmektedir. Gerek uluslararası kurumların toplantılarında, gerek ikili ilişkilerinde bu ilişkileri konuşmakta, bunu talep etmektedir. Ama, en azından, Rum tarafının da Türk tarafının da egemenlik haklarına sahip olduğu, eşit düzeyde egemenlik haklarına sahip olduğu bir konfederasyon talebi vardır. Eşit düzeyde egemenliğin de ancak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, ABD, Rusya Federasyonu, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İran, Pakistan, Mısır, Suudi Arabistan gibi devletler tarafından ve uluslararası kurumlar tarafından tanınmasıyla gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.
Devlet ve hükümet yetkilileri, Filistinliler için de bağımsız bir devlet istemektedir. İsrail egemenliğine son vermiş bağımsız bir Filistin Arap devleti. Türk devlet ve siyaset adamları buna da ikili görüşmelerinde ve uluslararası kurumlarda sık sık gündeme getirmektedir.
Fakat, Türk yöneticiler, Kıbrıs Türkleri ve Filistinliler için istedikleri, ısrarlı bir şekilde istedikleri hakların küçük bir bölümünü bile Kürdler için istememektedir. Örneğin Kürdçe eğitime şiddetli bir şekilde karşı çıkmaktadır. Kürdlerin kendi kendilerini yönetme isteklerine karşı devlet terörü tırmandırmaktadırlar. Kürdler söz konusu olduğu zaman, hep, “terör” konusunu gündeme getirmektedirler… Kürdler/Kürdistan konusunu, hak, hukuk, özgürlük anlayışı çerçevesinde değil, hep güvenlik anlayışı içinde değerlendirmektedir. Halbuki, örneğin, İsrail’de, Filistinliler için Arap diliyle eğitim 1948 yılından beri, yani İsrail devletinin kuruluşundan beri var. Kürdler, kişiler ve gruplar olarak, siyasal partiler olarak, Türk yönetiminin bu çifte standardını, her yerde ve her zaman vurgulamak durumundadır. Örneğin Barış ve Demokrasi Partisi bunu TBMM’de de dile getirmelidir. Bu çifte standartlılık, Türk siyasal kültürünün de çok önemeli bir boyutudur. Bu konunun irdelenmesi, yöneticilerdeki bu çelişkinin her zaman dile getirilmesi önemli olmalıdır.
Türkiye, Kürdlerin siyasal bir birim oluşturmasına, siyasal statü elde etmesine, sadece Türkiye’de değil, Güneybatı Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da, da karşı çıkmaktadır.Ama, Güney Kürdistan’da, Kürdlerin, “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” adı altında bir statü elde etmesine, bütün çabalarına rağmen engel olamamıştır.
Güven Varoğlu, “Kıbrıs’ta Sendikal Mücadele” başlıklı konuşmasında, bugün, Kıbrıs’ta yerli nüfusun toplamı 130 bin civarında olduğunu söylemektedir. Temel Demirer, “Gıbrıs’n Ekonomi Politiği Üzerine Kenar Notlar” başlıklı incelemesinde, Kuzey Kıbrıs’daki nüfusla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiler vermektedir. 2006 nüfus sayımı sonuçlarına göre, Kıbrıs’ta yerli nüfus 121 civarındadır. KKTC vatandaşı olan fakat Türkiye’den 1974 den sonra gidenlerin sayısı ise, 43 bin kadardır. Ayrıca, annesi veya babası, Kıbrıs’ta doğanların sayısı ise, 13 bin kadardır. KKCK vatandaşı olmayan fakat KKTC sınırları içinde olan Türklerin sayısı ise 77 bindir. 77 bin içinde, 1974’den sonra Türkiye’den gönderilenler, kaçak çalışmaya gidenler, 30 bin kadar da öğrenci vardır. Bunlardan ayrı olarak 35 bin civarında Türk askeri de bulunmaktadır. Temel Demirer, askerlerle, öğrencilerle birlikte 300 bine yakın bir nüfustan söz etmek mümkündür. Türkiye’deyse, 20 milyondan fazla Kürd yaşamaktadır.
“Kürdistan ve Kıbrıs Tezleri” başlıklı bildirisinde, Suphi Toprak, şunları söylüyor. “Kendi burjuvazisinin ekenomik asimilasyon gücü son derece düşük olan Türkiye, Kürdlerin asimilasyonunu militarist yöntemleriyle gerçekleştirmeye çalışmıştır. Türkiye’de hakim olan sol anlayış, Kürd isyanlarını moderniteye karşı direnen feodal ağalar düzeyinde algılayarak ulusal sorunun dinamiğini anlamadığını ortaya koymuştur. Bu anlamamazlık durumu daha sonra da devam etmiş, sömürgenin sömürgesi olmaz diyerek Kürdistan’ın özel durumunu reddetmiştir. Emperyalistler tarafından, dört ayrı ülkeye sömürge olarak bölünen Kürdistan’ın kuzeyindeki Kürdler, ucuz işgücü ve doğal kaynakları ile, Türk burjuvazisine kaynak olarak sunulmuştur ve stratejik olarak Kürd kartı, üzerinden, bölge üzerinde, nüfuz edinme çabaları bu Türkiye sömürgeciliğinin klasik özneleri olmuştur.
Kürdistan’ın sömürge olarak tutulması, Türkiye devletinin genel politikalarını kuruluşundan bu yana belirleyen ana çizgi olmuştur. Köy isimlerinin değiştirilmesi, asimilasyon politikalarının uygulanması, Kürd bölgelerine Kürd olmayan nüfus göç ettirilerek, ya da Kürdleri Kürd olmayan nüfusun yoğun olduğu yerlere göç ettirerek Türkiye, kendi etkisini demografideki oynamalarla hakim kılmak istemiştir. Kuzey Kıbrıs’ın sömürge olarak tutulması için, Kürdistan’daki sömürgecilik politikalarının, daha düşük haliyle uygulanmasına dikkat edilmiştir. Kürdistan sorunundan farklı olarak, Türkiye’deki nüfus Kıbrıslılara karşı düşman edilmemiştir. Kıbrıs, Türkiye’nin kendi sömürgeciliği ve yayılma politikaları için örnek teşkil etmiştir. Bir muhtemel, Kerkük ve Musul işgal hareketine model olarak Kıbrıs’taki deneylerinde kullanılmak istenildiği ortadadır.
Türkiye daha önce, Kürdistan’da ve daha küçük ölçekte Hatay’da, nüfus göçleri sayesinde, bir asimilasyona girişmiştir. Kürdlerin nüfus olarak çoğunluğundan bu çok başarılı olmuş olmasa da etkisini gösterdiği alanlar mevcuttur. Türkiye Devleti, Kıbrıs’ta, Kürdistan’daki kadar açık şiddet uygulayamazsa da, Kıbrıs’ta da TMT tarafından öldürülen aydınlar vardır.
Kuzey Kıbrıs’daki var olan sanayi, ekonomisi, Özal döneminde, tamamen bitirilip, günümüze kadar var olan, bir hotel, o f shore bankacılık, ve seks sektörünün yerleştirildiği ve Türkiye burjuvazisinin kendini geliştirebilmek amacıyla kullandığı bir ilkel sermaye birikim alanına çevrilmiştir. Bu ilkel sermaye birikimi otellerin, ve Rum mal varlıklarının yağmalanması gibi, ekonomik çıkarlar üzerine kurulmuştur.
Temel Demirer, Suphi Toprak ve İşar Rişvanoğlu, Kıbrıs’ta, kontrgerillanın Kıbrıs’ta üs kurduğunu, ekonomide mafyanın ve kumarın fuhuş sektörünün önemli girdiler yarattığını vurgulamaktadır.
Kürdler/ Kürdistan konusunun Kıbrıslı arkadaşların bilincine çarpması, bu Kürdistan’ı sömürge kavramıyla değerlendirmeleri, Kürdistan’ın iç sömürge, Kıbrıs’ın dış sömürge olarak değerlendirilmesi dikkate değer bir durumdur. Kongrede bir konuşma yapan Aziz Şah, “Türkiye Kıbrıs’ı devlet kurdurarak, Kürdleri de devletsiz bırakarak sömürgeleştirmiştir.” demiştir.
Bu arada şunu vurgulamakta yarar var. Kürdler/Kürdistan sömürge bile değildir. Sömürge bir siyasal statüdür. “Hindistan Büyük Britanya’nın sömürgesidir”, “Cezayir Fransa’nın sömürgesidir” “Mozambik Portekiz’in sömürgesidir” denildiği zaman, sınırları önceden çizilmiş, belli olan bir ülke akla gelmektedir. Bu ülkede, başka bir halkın örneğin, İngiliz olmayan, Fransız olmayan, Portekizli olmayan bir halkın yaşadığı da emperyal ve sömürgeci devletler tarafından kabul edilmiş olmaktadır. Kürdistan’da ise durum hiç böyle değildir. Kürdler, Kürdistan, 1920’lerde, Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) döneminde dönemin emperyal devletleri, Büyük Britanya ve Fransa ve onların Ortadoğu’daki işbirlikçileri, Türk Arap ve Fars yönetimleri tarafından, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürd adı ve Kürdistan adı hiçbir yerde ve hiçbir zaman anılmadan bu operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Büyük Britanya, Kürdistan’ın Musul Vilayeti denen Güney kesimlerini, Fransa, Güneybatı kesimlerini denetimleri altına almıştır. Bu Kürdistan toprakları, daha sonra, 1930’larda ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Büyük Britanya ve Fransa tarafından mandalarına (sömürgelerine) armağan edilmiştir. Yakındoğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması’yla Kuzey kesimleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğine, Doğu kesimleri İran İmparatorluğu’nun devamı olan Yeni İran Şahlığı’nın denetimine bırakılmıştır. Bölünmeyi, parçalanmayı ve paylaşılması, “Yakın Doğu İşleri İle İlgili Lozan Antlaşması” garanti altına almıştır. Artık, hakları, özgürlükleri için ayağa kalkan Kürdler, şaki, haydut, sergerde, eşkiya… diye anılmaya ve organize politikalarla yok edilmeye başlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve daha sonraları, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkından en çok söz eden Sovyetler Birliği yöneticileri de Kürdler konusunda hep anti-Kürd bir politika izlemiştir. Bu anti-Kürd politikanın, Büyük Britanya ve Fransa tarafından uygulanan anti-Kürd politikalardan hiç farklı değildir. Sovyetler Birliği yöneticileri, Kürdlerin Yakındoğu’da bir statü elde etmelerine her zaman karşı durmuştur. ABD Başkan Wilson tarafından dile getirilen 14 noktanın, 12.sinin Kürdistan’da uygulanmasına her zaman direnç göstermiştir.
Kıbrıs Kongresi ile ilgili bu sempozyuma daha sonra da devam etmek niyetindeyim.
17.03.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder