1878 yılında Osmanlı Devleti tarafından İngiltere’ye kiralanan Kıbrıs adası Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 1923 yılında resmen İngiliz sömürgesi haline gelmiştir. 1960 yılında dünya çapındaki anti-sömürgeci halk hareketlerinin de etkisiyle İngiltere’nin sömürgeciliği Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir anlaşmayla son bulmuş ve iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken bu üç ülke arasında bir garantörlük anlaşması imzalanmıştır. Türkiye 1974’teki Kıbrıs işgalini hukuken bu anlaşmaya dayandırmaktadır.
Resmi görüşe göre Kıbrıs’ta Yunanistan’la birleşme (Enosis) yanlısı cuntanın darbeyle başa gelmesi ve Türklere karşı katliamlara girişmesine karşı Türkiye, Kıbrıslı Türkleri kurtarmak ve barışı sağlamak için adaya çıkmıştır. Oysa 1974 Kıbrıs Savaşı’ndan 37 yıl sonra “kurtarılan” Kıbrıslı Türkler, “Ankara elini yakamızdan çek!” diyerek alanları doldurmaktadır. Bunun sebebi Ankara’nın yalan söylemesidir. Türkiye kendi stratejik çıkarlarını korumak ve Kıbrıs’ın kuzeyini sömürgeleştirmek için adaya çıkmıştır. Bu gerçek yakın zamanda bizzat Başbakan Erdoğan tarafından da itiraf edilmiştir. Erdoğan Kıbrıs’ta stratejik çıkarları olduğunu, Yunanistan’ın adada ne işi varsa Türkiye’nin de aynı sebeple orada olduğunu açıklamıştır.
1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu ise sömürgeciliğin garanti altına alınmasında ileri bir adım olmuş Türkiye’nin himayesi altında bir devletçik kurulmuştur. Bugün KKTC’nin ne bağımsız bir askeri gücü ne bağımsız bir maliyesi ne de bağımsız bir dış politikası vardır. Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı adı altında örgütlenmiş silahlı kuvvetlerin komuta kademesi doğrudan TSK’ya bağlıdır. Devletin maliyesi T.C. Yardım Heyeti aracılığıyla tamamen Türkiye’ye bağımlı kılınmıştır. 1974’ten bu yana Kıbrıs ekonomisi bir kumarhane ve kıyı ötesi bankacılık cennetine dönüştürülmüş, narenciye bahçeleriyle ünlü Kıbrıs tarımı çökertilmiş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inin ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durma koşulları bilinçli olarak baltalanmıştır.
Kıbrıs ve emperyalizm
Kıbrıs sorunu ne sadece adadaki Rumlar ve Türkler arasındaki bir sorundur ne de Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir çelişkiden ibarettir. İngiliz emperyalizmi dünya çapındaki sömürgelerini bir bir kaybederken Kıbrıs’ı da kaybetmiş ancak bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken adadaki askeri üslerini güvence altına almıştır. Akrotiri ve Dikelya isimli iki emperyalist askeri üs adanın kaderi üzerindeki ipotek senetleri gibidir. Stratejik Ortadoğu coğrafyasında batmaz bir uçak gemisi olarak nitelenen Kıbrıs adasındaki bu askeri üsler daha önce Irak’ın bombalanmasında İngiliz uçaklarının üssü olmuştu. Bu üsler sadece bölge halklarına karşı bir tehdit değil adanın kendisinde gelişecek anti-emperyalist bir mücadelenin karşısına dikilmiş birer büyük duvardır.
Bugün Avrupa Birliği Güney Kıbrıs’ı tüm adanın temsilcisi olarak yani Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatıyla üyeliğe kabul etmiştir. İngiliz emperyalizminin askeri gücü, Avrupa emperyalizminin ekonomik gücüyle birleşerek adayı kıskıvrak yakalamıştır. Kıbrıs halkı Rumu ve Türküyle geleceğini Avrupa’da görmektedir. Ancak Avrupa’nın bağrında yeşeren sınıf mücadeleleri AB emperyalizminin Kıbrıs emekçilerinin zihnindeki afyon etkisini dağıtabilir. Yüzyıllardır büyük devletlerin çekişme sahası olan adanın kadim halklarının emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı başkaldıracağı günler hiç de uzak değildir. Kıbrıs halkı gerçekten başını kaldırdığında, diğer emekçi halklarla birlikte ilk iş olarak bu emperyalist üsleri ve yabancı askerleri ülkelerinden kovacaktır. O zaman Kıbrıs halkı bir uçak gemisinde değil kadim vatanlarında kardeşçe ve birlik içinde yaşamanın mutluluğuna erişecektir.
DİP programından…
“Devrimci İşçi Partisi, Kıbrıs sorununu çözecek gücün Kıbrıs’ın Rum ve Türk emekçileri olduğu temel noktasından hareketle, Kıbrıs’ta iki halktan emekçileri kucaklayacak tek bir devrimci partinin kurulması mücadelesini destekler. DİP, Türk askerleri dâhil olmak üzere tüm yabancı askerlerin adadan çekilmesini, emperyalist üsler Akrotiri ve Dikelya’nın kapatılmasını, Kıbrıs’ın kaderinin Kıbrıs halkı tarafından herhangi bir dış müdahale olmaksızın belirlenmesini savunur.”