Komutanların köy köy gezip seçimlere müdahale ettiği zamanlardan geçtik, artık askerlerden çok siyasilerden müdahalenin dik alasını görmekteyiz. Hem de yenilir yutulur değil... Ama belki AKP’ye çok şey borçluyuz! Toplumun bütün kesimleri altını doldurmadan da olsa sömürge olduğumuzu kabul etmiş durumda. Aslında ordunun müdahaleciliğinin yerini siyasetin alması Türkiye’de süren “burjuvazinin iç savaşı”nın, laik batıcı sermaye ile İslamcı yeşil sermaye arasında on yıllardır süren hegemonya mücadelesinin Kıbrıs’a basit bir yansımasıdır. Bu da aslında bizim Türkiye’nin “dış siyaset sorunu”ndan çok “iç siyaset sorunu” olduğumuzun göstergesidir! Kaldı ki zamanında Kraliyet İngiltere’sinin “Sömürgeler Bakanlığı” vardı, bugün ise Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kıbrıs İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı” var. Bu ikisi arasında hiçbir fark yok!
Peki ya “sömürge” olmak nasıl bir şey ki Tayyip Erdoğan’ın ve Cemil Çiçek’in çıkışlarına kadar dile getirilmiyordu. Sömürge, yerleşilen bölgedir. Bu yüzden “yerleşikler” vardır. İlk adım demografik yapıyla oynamakla başlar. Bu Batı Afrika’da da böyle oldu. Osmanlı bunu Kıbrıs’ta böyle yaptı, Kürdistan’da da böyle yaptı! Türkiye Cumhuriyeti de bugün aynısını yapıyor. İsrail de Filistin’de yerleşim bölgeleri kuruyor. Merkez ülke tarafından yönetilen çevre anlamına gelir kısaca sömürge. Bu yüzden merkez ülke azarlar, vergileri yükseltir, isyanlar çıkmasın diye demografik yapıyla oynar, milliyetleri birbirine karıştırır, birbirine düşman eder: Böler ve yönetir! Sömürge olma durumunda belirleyici unsur, “ulusal paranın yönetimi ve devlet maliyesinin düzenlenmesi”dir. Bu yüzdendir ki çevre ülke yani sömürge, merkez ülkenin parasını kullanmak zorundadır. Bu yüzdendir ki KKTC Merkez Bankası’nın başkanı olmanın koşulu TC Vatandaşı olmaktır! Mali esaret vardır, politik olarak söz söyleme hakkı yoktur. Tayyip Erdoğan’ın “besleme” sözünün ardında işte bu sömürge hali vardır! Oğul Denktaş’ın bile söylemek zorunda kaldığı gerçek “Her yıl KKTC’den Türkiye ekonomisine 1,5 Milyar dolar aktığı”dır. Ve fakat “off shore” bankalarda ve kumarhanelerde aklanan haddi hesabı olmayan paralar “Besleme” olmasa nasıl sağılacaktı! Bazen şovenist politikacıların, bazen de barışçı kisvesi altına saklanan şarlatanların “Kıbrıs yurtseverliği” maskesini kullanarak yaptıkları reaksiyoner açıklamalar bizlere, yurtseverliğin her zaman sahte olduğunu göstermektedir!Aslolan enternasyonalist politikalar üreterek dünya işçi sınıfının bağrında sınıf dayanışmasına yaslanmaktır. Kıbrıs’ı merkeze almadan ama kenarda da unutmadan, özellikle Türkiye’nin iki sömürgesinden biri olduğunu hatırlayarak, diğer Türk sömürgesi Kürdistan halkının mücadelesinin de bizimkinden farksız, kavganın ve kurtuluşun enternasyonal olduğunu anlamak zorundayız. 2 Mart’ı bizim için önemli kılan diğer bir nokta, işte bu enternasyonalizmdir! Berlin’de, Viyana’da, Ankara’da, Antalya’da, İstanbul’da, Amed’de (Diyarbakır) ve İzmir’de de 2 Mart için Kıbrıs ile dayanışma eylemleri yapılmakta ve yapılacaktır. Viyana’da Pazartesi günü TC Elçiliği önünde dayanışma eylemi yapan Demokratik Haklar Federasyonu’ndan (DHF) yoldaşlara dayanışmamızı bildiririz. Türk Devleti’nin Türkiye çapında DHF’ye karşı yürüttüğü operasyonları kınar, tutuklu yoldaşların derhal serbest bırakılmasını talep ederiz! Viyana’da dağıtılan Bildiri’de de söylendiği gibi: Alman Devleti, kapitalist krizin faturasını Yunan İşçi Sınıfı’na yüklemek isterken, Türk Devleti de kendi krizinin faturasını Kıbrıslı emekçilere çıkarmak istemektedir! Nasıl ki Yunan işçi sınıfı bu faturayı ödememek için sokaktaysa, biz de sokaktayız!
Filistin/İsrail, Kıbrıs ve Kürdistan sorunları Yakın ve Ortadoğu barışı için birer anahtar konumundadır. Bu bölgede yalnız başımıza yaşamıyoruz. Mağrip’te başlayan Arap devrimi, bizim 50 yıl önce de Süveyş Kanalı krizinden dolayı nasıl bir duruma düştüğümüzü hatırlatmalı, tam da bu günlerde NATO’nun yeniden Kıbrıs’a yakınlaşmasının nedenini açıklamaktadır. Bir esaretten kurtulmak için bir diğerine savrulmanın çözüm olmadığını bilen birileri varsa o da Kıbrıslılardır! Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosunun ihanet içerisinde attığı NATO’ya katılma adımlarnı, “beslemelik”le uğraşırken görmezden gelemeyiz. NATO “beslemesi” olmak çözüm değil!
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta gelişen kendiliğinden bir süreç vardır. Kendiliğinden gelişen bu süreci programatik talepler doğrultusunda, tabana yaymadığımız ve karar vericilerin sendika bürokratları kaldığı sürece karşımıza çıkacak soru şudur: “Acaba bu süreç ne zaman kesilecektir?” Eğer bu sürecin başarıyla devam etmesini ve meclis/seçim hesapları için sekteye uğratılmamasını istiyorsak, geçmişte Annan sürecini de yaşayan bizlerin, ders alarak adım atmamız; en azında hâlâ süresiz grevlere devam eden çalışanların grevlerin geleceğini sendika bürokratlarına bırakmadan tartışmaları gereklidir. Yoksa bu sömürgeci dil, demografik saldırı, neoliberal sınıf taaruzu- özelleştirmeler, ek vergiler, kesintiler hiç bitmeyecek! Grevin yalnızca ekonomik haklar için değil toplumsal kurtuluş için de bir araç olduğunu bilmeliyiz.
- İşgale ve sömürgeciliğe karşı sınıf mücadelesi!
- İş, ekmek, adalet, barış ve özgürlük için Genel Grev!
Enternasyonalist Dayanışma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder